-TZOB’un 27. Genel Kurulu…
-TZOB Genel Başkanı Bayraktar:
-“Çiftçinin yararına olan her politikayı destekleriz. Bizim tek kıstasımız budur. Esasen çözüm de bellidir. Tarımda her proje üretim, ihracat ve çiftçi odaklı olmalıdır”
-“Çiftçimiz ve üretim daha fazla desteklenmelidir. Çözüm belli: Üretim, üretim, üretim. Başka bir çözüm yok”
Ankara – 17.05.2019 - Türkiye
Ziraat Odaları Birliği’nin 27’nci Genel Kurulu Ankara’da başladı. 3 gün sürecek genel, 19 Mayıs 2019 Pazar günü yapılacak
TZOB Yönetim Kurulu seçimiyle sona erecek.
TZOB Genel Başkanı Şemsi Bayraktar, genel kurul
konuşmasında, “çiftçinin yararına olan her politikayı destekleriz. Bizim tek
kıstasımız budur. Esasen çözüm de bellidir. Tarımda her proje üretim, ihracat ve
çiftçi odaklı olmalıdır. Çiftçimiz ve üretim daha fazla desteklenmelidir.
Yapısal sorunlar çözüldüğünde tarımın sorunları da büyük ölçüde aşılmış olur.
Çözüm belli: Üretim, üretim, üretim. Başka bir çözüm yok” dedi.
“Ne yapıp
edip çiftçimizi tarlada tutmalıyız” diyen Bayraktar, tarımın öncelikli
sorunlarının çözülmesi ve çiftçinin tarlada kalabilmesi için temel girdi
fiyatların makul düzeylere çekilmesi, tarımsal kredi faizlerinin düşürülmesi,
çiftçinin finansman sorunun halledilmesi, örgütlenme, sulama gibi yapısal
sorunların çözülmesi gerektiğini bildirdi.
Bayraktar’ın TZOB 27’nci Genel
Kurulu’nda yaptığı konuşma şöyle:Sayın Divan,Teşrifleriyle
Genel Kurulumuzu onurlandıran çok değerli misafirler, Ziraat Odalarımızın
değerli başkanları, değerli delegeler, Kıymetli çalışma
arkadaşlarım, Basınımızın güzide temsilcileri, Şahsım
ve Türkiye Ziraat Odaları Birliği Yönetim Kurulu adına, Birliğimizin 27. Genel
Kuruluna, Türkiye’nin en büyük çiftçi kongresine hoş geldiniz diyor, sizleri
saygılarımla selamlıyorum. İçinde
bulunduğumuz Ramazan ayının ülkemiz ve tüm İslam dünyası için hayırlara vesile
olmasını diliyorum.
Ahirete intikal eden, ömrü
çiftçimize hizmetle geçmiş bütün büyüklerimize ve dostlarımıza, Allah’tan
rahmet diliyorum. Bu Genel Kurul aynı zamanda 19 Mayıs 1919’da Samsun’da
başlayan milli mücadelenin 100’ncü yılına da denk geliyor.
Milli mücadelenin ilk adımının
atıldığı bu önemli günün yıl dönümü dolayısıyla başta Mustafa Kemal Atatürk ve
silah arkadaşları olmak üzere Kurtuluş Savaşımızın tüm kahramanlarını ve bu
ülke için canlarını feda eden bütün şehitlerimizi saygı, minnet ve rahmetle
anıyorum.
Ülkemizin her köşesinden, her
ilinden, beş kademeli demokratik seçim sürecinden geçerek, Türkiye Ziraat
Odaları Birliği Genel Kurulunu yapmak üzere, buraya gelmiş değerli
Delegelerimizi ve kıymetli Ziraat Odası Başkanlarımızı da tebrik ediyorum.
Tarihi, 1881 yılına kadar
uzanan Ziraat Odalarımız, ülke tarımının hizmetinde 138yılını tamamlamıştır.
Ziraat Odalarımızın, tarımın
ve üreticilerimizin çatı örgütü olan Türkiye Ziraat Odaları Birliği de 23 Aralık
1963’den bu yana, 56 yıldır çiftçimizin hizmetindedir.
Hem Türkiye Ziraat Odaları
Birliğimiz hem de Ziraat Odalarımız, kuruluşlarından bu yana çiftçimizin alın
terinin karşılığını alması için geceli gündüzlü çalışmaktadır.
Çiftçimizin Anayasal meslek
kuruluşu olan Türkiye Ziraat Odaları Birliği, 5 milyon üyesinin hak ve
menfaatlerini bugüne kadar olduğu gibi, bundan sonra da sonuna kadar savunacaktır.
Bundan hiç kimsenin kuşkusu
olmasın. Değerli
Delegeler, Kıymetli Oda Başkanlarım, Delegelerin
tamamının desteğiyle 26’ncı Genel Kurulumuzda, göreve gelen Birlik Yönetim
Kurulumuz, geçen 4 yıllık faaliyet döneminde, ülke tarımının ve çiftçilerimizin
karşılaştığı sorunların çözümü için her türlü çabayı göstermiştir.
Bu dönemde, Ziraat Odası
sayımız 765’e yükselmiştir. Türkiye sathında bir taraftan hizmet noktamız
artarken, diğer taraftan da hizmet alanımız genişlemiştir.
Ziraat Odalarımızın fiziki imkanlarında
da çok önemli gelişmeler kaydedilmiştir. Türkiye Ziraat Odaları Birliği ve Ziraat Odalarımız kıt
kaynaklarına rağmen, 2000’li yıllarda olağanüstü bir atılıma girişmiş, adeta
çağ atlamıştır. Bu süreçte neler mi yaptık? Yeterli bir kanunu, personeli, altyapısı
olmayan, büyük çoğunluğu kiralık hizmet binalarında faaliyet gösteren Ziraat
Odalarımız ile Birliğimizin gelir ve imkanlarını en üst düzeye çıkaran bir
kanun ve mevzuata kavuşturduk.
Bugün
Birliğimizi ve Ziraat Odalarımızı, her açıdan ülkemizin örnek kurumlarından
biri haline getirdik, 3 binden fazla personel, yüzlerce Ziraat Mühendisi,
Veteriner Hekim, Tekniker, Teknisyen çalıştıran bir güce ulaştırdık. Ziraat
Odalarımız, ülkenin bir başından diğer başına modern hizmet binalarını
çiftçilerimizin hizmetine sundu. Odalarımızı makine parkları ile donattık.
Tarım
alet ve makinesi üretiyoruz. Çok sayıda tahlil laboratuvarları kurduk. Artık
Odalarımız ürün işliyor, fabrika açıyor. Ürün satış mağazalarıyla çiftçimize ucuz girdi
temin ediyoruz. Örnek bahçeler, işletmeler kuruyoruz, ağaçlandırma çalışmaları
yapıyoruz. Düzenlediğimiz sosyal faaliyetlerle çiftçilerimiz arasındaki bağı
güçlendiriyoruz. Birliğimizin tarihinde bir ilke imza atarak dev bir proje olan
bilgisayar otomasyon sistemini, ZOBİS’i çok kısa bir sürede kurduk ve faaliyete
geçirdik. Sistemi, Çiftçi Kayıt Sistemi ile entegre çalışır hale getirdik. Çiftçimiz,
artık, nüfusa, tapuya, SGK’ya gitmeden, zaman kaybetmeden, masraf yapmadan Odalarımızda
işlemlerini gerçekleştirebiliyor. ZOBİS’le
5 milyona yakın çiftçimizin tapu kayıtları, kimlik, adres, sosyal güvenlik
bilgileriyle ilgili 240 milyon işlem yaptık. 11 milyonu aşkın belge verdik. Büyük önem verdiğimiz,
tarımsal üretimimiz ve verimliliğimiz açısından olmazsa olmaz gördüğümüz eğitim
konusunda tam bir seferberlik anlayışıyla çalıştık.
Tarım
ve Orman Bakanlığı, Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, Milli Eğitim
Bakanlığı, Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü, Türkiye
İş Kurumu, TARSİM gibi birçok kurum ve kuruluşlarla eğitim alanında güzel bir işbirliği
içindeyiz.
Bunun faydasını da gördük, eğitim çalışmalarını yurdun
her köşesine yaydık. “Kadın
Çiftçi”, “Genç Çiftçi”, “Sürü Yönetimi Elemanı Benim”, “SGK Bilgilendirme”,
“Güvenli Traktör Kullanımı”, “Tarım Danışmanları”, “Zirai Mücadele İlaçlarının
Güvenli ve Sürdürülebilir Kullanımı”, “Bitki Sağlığı”, “Ceviz Budama”, “Ziraat
Odaları Otomasyon Sistemi”, “Mevzuat”, “Sulama”, “TARSİM” eğitimlerinin yanı sıra,
çiftçilerimizin talepleri üzerine tarımın diğer konularında da eğitimler
verdik. Tarım ve Orman Bakanlığımızla yaptığımız protokol çerçevesinde zirai
meteoroloji konusunda çiftçilerimize eğitim vereceğiz, meteorolojik uyarılara
karşı nasıl önlem almaları gerektiğini anlatacağız. Ayrıca, Tarım ve Orman
Bakanlığımızla yaptığımız protokolle meteorolojik uyarıları milyonlarca
çiftçimize doğrudan iletiyoruz. Öyle ki Türkiye Ziraat Odaları Birliği ve Ziraat
Odalarımız dile kolay tam 560 bin çiftçimize eğitim verdi. Üstelik bunun 190
bini de kadın çiftçilerimiz. Eğitim çalışmalarımıza verdikleri katkılar
dolayısıyla ilgili bakanlık, kurum ve kuruluşlara teşekkür ediyorum. Yine Tarım ve Orman Bakanlığımızın
Tarımsal Yayım ve Danışmanlık Projesi kapsamında Ziraat Odalarımızda 450’nin
üzerinde tarım danışmanı istihdam ediyoruz. Çiftçimize sahada birebir eğitim ve
danışmanlık hizmeti veriyoruz. Bakanlıklarla yaptığımız iş birliğinin yanı sıra
Türkiye Ziraat Odaları Birliği olarak da oda başkanlarımıza, genel sekreterlerimize,
oda personellerimize yönelik eğitim toplantıları düzenledik.
Seminerler
veriyoruz. Eğitimlerimizi Ankara’da TZOB Otel’de
gerçekleştiriyoruz. Eğitimde 1 milyon çiftçimize ulaşmayı hedefliyoruz. Yalnızca
eğitim vermekle kalmadık. Ziraat Odalarımız, tarımın yeniliklerini benimsetmek
ve bilgilerini artırmak amacıyla 755 bin çiftçimizi fuarlara taşıdı. Tarım ve
Orman Bakanımızın, bürokratlarımızın da katıldığı bölge toplantıları yaptık. Oda
başkanlarımızın illeri ve bölgeleriyle ilgili sorunlarını, taleplerini, çözüm
önerilerini tespit ettik.
Bunları
rapor haline getirdik, yetkili ve ilgili yerlere ilettik. Başta Tarım ve Orman
Bakanlığı olmak üzere, tarımın bütün paydaşlarıyla iş birliği halinde
sorunların çözümü için çalışıyoruz. Diğer kurumlardan da aynı hassasiyeti
bekliyoruz.
Bilindiği
gibi Nisan ayında Tarımda Milli Birlik Projesi taslağı kamuoyunun gündemini
yoğun bir şekilde meşgul etti.
Tarımla
ilgili her çalışma öncelikle çiftçimizi ilgilendirir. Çiftçimizin Anayasal
meslek örgütü olan Türkiye Ziraat Odaları Birliği’nin görüşlerinin alınmasından
daha tabii bir şey olamaz. Ama bu yapılmadı.
Nitekim,
bu durum dikkate alınmış olacak ki bugünkü Resmi Gazete’de yayınlanan Tarım
Şûrası Yönetmeliği ile oluşturulan Şûra Yürütme Kurulu’na çiftçimizin anayasal
meslek örgütü TZOB da üye olarak dahil edildi. 7 kişiden oluşacak Şûra Yürütme
Kurulu’nun kalan 6 üyesinden 5’i Tarım ve Orman Bakan Yardımcısı ve bakanlık
personelinden, 1’i ise öğretim üyeleri arasından seçilecek. Şunu söylemekte fayda
var. Biz çiftçimizin yararına olan her politikayı destekleriz. Projeler ülke
tarımının ve çiftçimizin yararına mı yoksa zararına mı olacak?
Biz,
çiftçimizin zararına olan politikalara karşı çıkarız. Bizim tek kıstasımız
budur. Esasen çözüm de bellidir. Tarımda her proje üretim, ihracat ve çiftçi odaklı
olmalıdır. Çiftçimiz ve üretim daha fazla desteklenmelidir. Zaten yapısal
sorunlar çözüldüğünde tarımın sorunları da büyük ölçüde aşılmış olur. Türkiye
Ziraat Odaları Birliği ve Ziraat Odaları olarak projelerimizle de çiftçimizin
hizmetindeyiz. Nitekim 200’ün üzerinde Avrupa Birliği projesi yürüttük. 11,4
milyon avro kaynak aktarılmasını sağladık. Bunun yanı sıra Birliğimiz ve odalarımız
hemen her alanda yeni projeler de gündeme getiriyor. Bu yolla da milyonlarca
liralık kaynağın çiftçimiz için kullanılmasını sağladık, sağlamaya devam
edeceğiz. Ziraat Odaları ve Birlik olarak çiftçimizin hakkını hemen her
platformda sonuna kadar savunuyoruz.
Sadece Ankara’da, masa başında değil, il il,
ilçe ilçe, köy köy dolaşarak,
yerinde dinleyerek çiftçilerimizin sorunlarını tespit ediyor, taleplerini ve
önerilerini alıyoruz. Hemen her sorunu rapor haline getiriyoruz. Hükümetimize,
siyaset kurumuna raporlarımızı, sorunları, tespitlerimizi ve çözüm
önerilerimizi iletiyoruz. Cumhurbaşkanlarımızın, siyasi parti
temsilcilerimizin, bakanlarımızın, bürokratlarımızın katıldığı toplantılar
düzenliyor, ziyaretlerde bulunuyor, Birliğimizde ağırlıyoruz. Birliğimizin Veteriner
Hekim ve Ziraat Mühendisleri, muhabirleri sahada çalışmalar yaptı. Çiftçilerimizin
sorunlarını yerinde gördü, tespit ederek rapor haline getirdi, önerilerde
bulundu, yetkililerle bir araya geldi ve sorunları aktardı. Birlik müfettişleri, sadece teftiş için
Ziraat Odalarımıza gitmedi, çok sayıda Ziraat Odamıza rehberlik hizmeti verdi,
iş ve işlemlerde mevzuat birliği sağlanması için çalıştı.
Değerli Delegeler, Kıymetli Oda Başkanlarım, TZOB
Genel Başkanı olarak, SGK Yönetim Kurulu’ndaki görevim vesilesiyle,
çiftçilerimize ve Ziraat Odalarımıza yönelik çok önemli düzenlemelerin
çıkarılmasına katkıda bulunma fırsatım oldu.
6111 sayılı Kanunla sattıkları ürün bedelleri
üzerinden 1994 yılından bu yana BAĞ-KUR prim kesintisi yapılan, Ziraat Odası’na
da kayıtlı çiftçilerimize geriye yönelik yapılandırma hakkı getirildi. Ancak
kadın çiftçilerimiz, 2003 yılından önceki dönemler için aile reisi olmamaları
nedeniyle borçlanamadılar.
2012 yılında bu mağduriyet
giderildi. Kadın çiftçilerimiz, hak kazandıkları dönem için gecikme cezası ve
gecikme zammı da ödemedi.
65 yaş ve üzeri çiftçilerimiz, talep etmeleri
halinde, tarım BAĞ-KUR’u primi ödemelerinden muaf tutuldu.
Yine çabalarımız sonucu tarım BAĞ-KUR’undan
emekli olup da çiftçilik yapmaya devam eden çiftçilerimizin emekli maaşlarından
sosyal güvenlik destek primi kesintisi kaldırıldı.
Prim ödeyemeyecek durumda olan çiftçilerimize muafiyet
sağlandı.
Çiftçilerimizin sattıkları ürün bedelleri
üzerinden alınan yüzde 5 oranındaki tarım BAĞ-KUR prim kesintisi,
girişimlerimizle sadece borcu olan çiftçilerimize ve borcu oranında yapılmak
üzere yüzde 2’ye indirildi.
Yine malullük, yaşlılık ve ölüm sigortaları
primlerinin 5 puanının Hazine tarafından karşılanması uygulamasına dahil
edilmesini sağladık.
Durdurulan sigortalılık sürelerinin tamamının
ihyası sağlandı.
Ayrıca çiftçilerimiz diğer bir
statüde çalışmaları halinde sattıkları ürün bedelleri üzerinden tarım BAĞ-KUR
kesintisi yapılmadı.
Yine, Ziraat Odalarının, kendi nam ve hesabına
bağımsız çalışanları bildirmemekten dolayı kesilen idari para cezaları silindi.
Tarım BAĞ-KUR prim borçları yeniden yapılandırıldı. Doğal afete uğrayan
çiftçilerimizin sigorta prim borçları ertelendi.
Taleplerimiz üzerine tarım
BAĞ-KUR’lu kadın çiftçilerimize doğum borçlanması imkanı getirildi. Düzenlemeyle
3 çocuğu olan kadın çiftçilerimiz 6 yıla kadar borçlanabilecek.
Ayrıca, genel sağlık sigortası ve sigorta prim
borçlarına yapılandırma hakkı getirildi.
Çalışma
Bakanlığı, Sosyal Güvenlik Kurumu ve Ziraat Bankası ile yaptığımız protokolle,
sigorta prim borcu olan çiftçilerimize, kredi imkanı tanındı ve emekli olmaları
sağlandı. Çiftçilerimizin mağduriyetlerini,
Sosyal Güvenlik Kurumu ve ilgili bakanlıkların duyarlı yaklaşımlarıyla önemli
ölçüde çözmeyi başarıyoruz. Verdikleri
katkılardan dolayı kendilerine huzurunuzda teşekkür ediyorum.
Burada, tarım BAĞ-KUR primlerinin yüksekliğinden de bahsetmek
istiyorum.
Çiftçimizin durumu malum. Buna karşın primler çok yüksek. Zor
geçinen bir kesimin aylık 764 lira 96 kuruş tarım BAĞ-KUR primi ödemesi mümkün
mü?
5 puanlık Hazine indiriminin tarım kesimine uygulanmasını
sağladık ama yine de çiftçimiz 654 lira 10 kuruş prim ödemek durumunda kalıyor.
Prim miktarı asgari ücret ve prim gün sayısına göre
hesaplanıyor.
Asgari ücret artıyor. 2008 yılında 15 gün olan aylık prim gün
sayısı her yıl 1 gün yükseliyor. 2019’da 26’ya çıktı. 2023’de 30 olacak. Bu
demektir ki tarım BAĞ-KUR primleri daha da artacak. Bu primler olduğu sürece
tarımda kayıt dışılık sürer. Tarımda erkeklerin yüzde 78,2’si, kadınların yüzde
95’i kayıt dışı çalışıyor. Toplamda bu oran yüzde 85,2’yi buluyor.
Çiftçilerimizin yaş ortalaması 55 oldu. Çünkü gençler tarımda
kalmak istemiyor. Asgari ücretle iş bulan çiftçimiz hemen tarımı bırakıyor. İstihdamda
tarımın payı son bir yılda yüzde 17,7’den yüzde 17,1’e indi.
Tarımdaki istihdam son bir yılda 300 bine yakın azalarak 4,7
milyonun altına geriledi. Çünkü çiftçimiz sosyal güvence istiyor. Geleceğini
garanti altına almak için uğraşıyor.
Gençleri tarımda tutamazsak, tarımsal üretimimiz de gıda
güvencemiz de tehlikeye girer.
Çözüm bellidir, tarım Bağ-Kur primleri 2008’deki gibi 15 güne
indirilmelidir. Çiftçilerimize her yıl için 90 gün yıpranma payı verilmelidir. Değerli Delegeler, Kıymetli Oda Başkanlarım, Tarım,
enerji ile birlikte dünyada en stratejik iki sektörden biridir. Hatta birincisidir.
Gıda güvencesi demek hayat demektir. Gıda güvencesi nasıl sağlanır? Tarımla
sağlanır. Sürekli ve yeterli gıdaya erişim tarım olmadan olmaz.
Peki, gıda güvencesini kim
sağlıyor? 82 milyonluk ülke nüfusunu, 5 milyonu aşkın sığınmacı, mülteci ve
yabancıyı, 45-50 milyon turisti kim doyuruyor? 17-18 milyar dolarlık tarım ve
gıda ihracatı yapılmasına kim imkan tanıyor? 5-6 milyon insana kim iş sağlıyor?
İşsizliği 2 puan kim düşürüyor? Eli öpülesi çiftçilerimiz.
Günümüzde kıymeti de çok bilinmeyen bu toprağın çilekeş
çiftçisi…
Gecesini gündüzüne katıyor, yağmur demeden, çamur demeden,
soğuk demeden, sıcak demeden üretiyor, üretiyor, üretiyor. İnadına üretiyor.
Bütün dünyanın gıptayla baktığı, medeniyetin beşiği,
bereketli bu topraklarda üretmekten başka çaremiz yok. Bu topraklar bize böyle
bir sorumluluk yüklüyor.
Bu ülkenin dağını taşını ekmekten, üretim açığı yaşadığımız
ürünlerde bu açığımızı kapatmaktan başka çaremiz yok. Sabah, öğle, akşam, üç öğün soframızda
bir şey eksik olmuyor. İftarımızı da sahurumuzu da çiftçimizin ürettikleriyle
yapıyoruz.
Bu nimetleri bizlere verdiği için Allah’a şükrederken,
bunları üreten, değerli çiftçilerimize de teşekkür ediyoruz.
Sağ olsunlar, var olsunlar. Demin de dile getirdim. Ülkemizde
5 milyonun üzerinde sığınmacı, mülteci ve yabancı yaşıyor. Bu sığınmacıların,
mültecilerin en büyük şansı, Türkiye gibi bir komşularının olmasıdır. Tarihin
her döneminde zor durumda kalan ve başı sıkışan, dini, dili, ırkı ne olursa
olsun herkes bu topraklara sığınmıştır. Kapılarımız başı sıkışanlara sonuna
kadar açılmıştır. Buna karşın ülkemizin insanları, komşuları kadar şanslı
değildir. Zira bizim insanımızın kendi vatanından, kendi toprağından başka
misafir olabileceği, gidebileceği başka bir ülke, başka bir toprak yoktur. Şehit
kanlarıyla sulanmış olan bu toprakların ve bu topraklar üzerinde zor koşullarda
üretim yaparak ülkemizi besleyen çiftçimizin kıymetini ve kadrini iyi
bilmeliyiz. Çünkü
çiftçimiz, bütün bunları, zor coğrafyada, yüksek girdi maliyetleriyle, doğal
afetlerle mücadele ederek, borç harç içinde yapıyor. Üstelik diğer kesimlerin
üçte biri kadar gelirle de yaşamaya çalışıyor. Bütün bu zorluklara rağmen çiftçimiz,
tarlasını, bağını, bahçesini, ahırını, ağılını terk etmemek için direniyor.
Tarlada kalmaya çalışıyor. Ülkemizin gündemi bu olmalıdır. Ne yapıp edip
çiftçimizi tarlada tutmalıyız. Şimdi rakamlara baktığımızda, bırakın 4 yıllık
dönemi, sadece 2018 yılında, tohumda, yemde, gübrede, elektrikte, zirai ilaç
fiyatlarında büyük artışlar oldu. Bazı girdilerde yıllık artış oranı yüzde 115’i
aştı. Yem fiyatları yılbaşından bu yana sürekli yükseliyor. Fiyatlar yerinde
saymıyor. Mazotun litresi 6,5 lirayı aştı. Artan girdi fiyatları karşısında
üreticilerimiz her geçen gün daha da zorlanıyor. Bunu en son hububat alım
fiyatlarında gördük. Alım fiyatı buğdayda yüzde 29, arpada yüzde 33 artırıldı. Bu
artışlar enflasyonun üzerinde gerçekleşti ancak girdi fiyatları daha fazla
arttı. Girdi maliyetleri almış başını gidiyor. Üstelik üreticimiz fiyatlar
nedeniyle yeterli girdi kullanamadı, verim düştü, maliyeti arttı. Dövizdeki
artış doğrudan girdilere yansıyor. Yalnız bizim anlamakta zorluk çektiğimiz
dövizde gerileme olunca neden bir türlü girdi fiyatları düşmüyor? Dolar 2018’in
Ağustos ayında serbest piyasada 7 lira 25 kuruşa kadar çıktı. Sonra bu yılın başlarında
5 lira 20 kuruşa kadar indi. Halen 6 lira dolaylarında seyrediyor. Şunu sormak
herhalde hakkımız. 2018 Eylül ayında, döviz kurlarına bağlı olarak fiyatları
zirve yapan, hammadde veya mamul madde olarak dışa bağımlı olduğumuz gübre, mazot,
yem, elektrik, zirai ilaç, sebze tohumu gibi girdilerimizin fiyatları neden
aynı oranda düşmedi? Enflasyonun sorumlusunun çiftçi olmadığı gün gibi ortada.
Gıda fiyatlarını yükselten çiftçi değil. Gübreye,
elektriğe, mazota, zirai ilaca, yeme, tohuma zam geliyor, Çiftçi, Ziraat
Bankası’ndan ihtiyacı kadar ucuz kredi kullanamıyor, gidip özel bankalara yüzde
30’lara varan oranlarda faiz veriyor,
Ziraat Bankası yüzde 8-11 olarak uyguladığı tarımsal
kredi faizini yüzde 16’ya çıkarıyor, Tarım Kredi Kooperatiflerinin faiz oranı yüzde
26’nın altına inmiyor. Hal böyleyken çiftçi nasıl ucuza ürün üretebilir? Çiftçimizin,
15 liraya sattığı kuru incir markette 60 liraysa, 10 liraya sattığı kuru kayısı
markette 39 liraysa, 3 liraya sattığı nohut markette 12 liraysa, 1,5 liraya
sattığı inek sütü markette 5,5 liraysa, 2 liraya sattığı kırmızı mercimek
markette 7,5 liraysa kusura bakılmasın kimse çiftçimize hesap soramaz.
Çiftçimiz, enflasyonun kazananı değil, ezilenidir. Son
4 yılda, çiftçimiz için önemli ürünler olan buğdayda, mısırda, pamukta,
ayçiçeğinde üretici fiyatları, gübre, mazot gibi girdilerdeki fiyat
artışlarının altında kalmıştır. Bu çiftçinin hakkını kimse yememelidir.
Değerli Delegeler, Kıymetli Oda Başkanlarım…Daha
önce de dile getirdim. Ülkemiz 2018 Nisan ayından bu yana döviz fiyatları,
enflasyon ve faizlerdeki artışın getirdiği sorunları yaşıyor. Nitekim, işsizlik
ve büyüme rakamları bunu açıkça ortaya koydu.
Son bir yılda işsiz sayımız 1,4milyon arttı. 2018’in
son çeyreğinde ekonomimiz küçülmeye başladı. 31 Mart’ta yapılan mahalli
idareler seçimi sonrasında yaptığım açıklamada da artık yelkenleri ekonomiye ve
tarıma çevirmemiz gerektiğini vurguladım. Bu süreci çok iyi değerlendirmemiz
gerekiyor. Çünkü bu dönemin bir farkı var. Geçmiş dönemde yaşanan krizlerde et,
süt, sebze, meyve, ekmek gibi temel gıda ürünlerinin fiyatları son derece
makuldü. Halkımız, ev eşyası, giyim, araba, elektronik eşya gibi ihtiyaçlarını
yeterince karşılayamıyordu ancak eti, sütü, özellikle meyveyi, sebzeyi, ekmeği
bol miktarda tüketebiliyordu. Şimdi bu imkan kalmadı. İnsanlarımız gıdaya
ulaşmakta zorlanıyor. Bu sorunu çözmemiz gerekir.
Bu sorun da çiftçimiz tarlada kalırsa çözülür. Çiftçimiz
üretirse çözülür. Ülkenin dağı, taşı ekilirse çözülür. Çözüm belli: Üretim,
üretim, üretim! Başka bir çözüm yok.
Bu girdi fiyatlarıyla, bu faizlerle, bu
enflasyonla, bu ithalat izinleriyle, bu alım fiyatlarıyla üretim kolay mı? Bu
şartlarla hangi ülkenin çiftçisi üretim yapabilir?
Çiftçimizin sorunlarını çözemezsek, gıda fiyatlarını
daha çok konuşuruz. Önceliğimiz de yapısal sorunlar olmalıdır. Hala 8,5 milyon
hektarlık teknik ve ekonomik olarak sulanabilir tarım alanımızın 1,9 milyon
hektarında sulama altyapısını tamamlayamadık. Sulama altyapısını kurduğumuz 6,6
milyon hektar tarım alanımızda da basınçlı sulama sistemlerini
yaygınlaştıramadık. Hala sulama oranımız yüzde 66, sulama randımanımız ise
yüzde 48 düzeyindedir.
Ülkemiz su zengini değil. Suyun damlası bile önemli. Ne
yapıp edip sulama oranı ve randımanını artırmamız, sulamaya açılmamış alanları
sulamaya açmamız, yüzde 60’lara varan su tasarrufu sağlayan basınçlı sulama sistemlerine
geçmemiz gerekiyor. Teknik ve ekonomik olarak tüm sulanabilir tarım
arazilerinde sulama yatırımlarının tamamlanması için büyük sulama projeleri
içeren GAP, DAP ve KOP’un da bir an önce bitirilmesi gerekiyor. Tabii sulama
yatırımı pahalı bir iş. Sulama yatırım maliyetini düşürmemiz için arazi
toplulaştırma çalışmalarını hızlandırmamız çok önemli.
Zaten bakanlığımız son yıllarda bu alanda epey bir
mesafe kat etti,14,3 milyon hektar olan toplulaştırılabilir arazinin 6,1 milyon
hektarında çalışmaları tamamladı.
Toplulaştırma yapılabilecek kalan 8,2 milyon hektar
alanında bir an önce bitirilmesi tarımımız açısından çok önemlidir.
Bildiğiniz gibi arazi parçalanması ülkemizin önemli
yapısal sorunlarından biridir. Ülkemizin üçte biri kadar yüzölçümü olan
İngiltere’de tarımsal işletme büyüklüğü 538 dekarken, bizde 61 dekar
düzeyindedir.
Üstelik bu alan ortalama 10 parselden oluşmaktadır.
Parsel büyüklüğü 6 dekarda kalmaktadır. Bu kadar küçük parsellerde verimli tarım
yapılabilir mi?
Üretim maliyetinin önemli bir kısmı da buradan
gelmektedir. Arazi kullanımının planlanması ile üretim planlaması birlikte
yapılmazsa hem verimlilik hem de maliyet sorunumuz devam eder.
Değerli Delegeler, Kıymetli Oda Başkanlarım, Şunu da söylememiz gerekiyor.
Ülkemiz, tam bir meyve sebze cenneti olsa da tarım
arazilerimiz, binlerce yıldır yapılan tarımın etkisiyle ve beşeri faaliyetler
sonucu oldukça yıpranmıştır.
Toplam ekilebilir alanlarımızın sadece yüzde 6’sı her
türlü tarım yapmaya müsaittir. Verimli tarım alanlarımızın metrekaresi bile önemlidir.
Buna rağmen, verimli tarım arazilerimizi iyi
koruduğumuzu söyleyemeyiz.
Öyle ki son 30 yılda tarım alanlarımız 4,7 milyon
hektar azalarak 27,9 milyon hektardan 23,2 milyon hektara indi. Azalan tarım
alanımız, Hollanda, Danimarka, İsviçre’den daha büyük. Trakya’nın iki katı.
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin 14 katı.
Buna hakkımız yok. Gelecek kuşaklara bu kötülüğü
yapmamalıyız. Üstelik hala bu alanın da 3,5 milyon hektarını nadasa bırakıyoruz.
Ne arazi kaybına ne de tarım alanlarımızın boş kalmasına tahammülümüz yoktur.
Verimli tarım arazilerimizi gözümüz gibi korumalıyız. Kırsalda
yaşayanların yaşam düzeyinin yükseltilmesi ve kırsal kalkınmanın
gerçekleşebilmesi için tarım arazilerimiz bilinçli kullanılmalıdır.
Topraklarımızı korumak ve sürdürülebilir toprak
yönetimi konularında etkili politikalar geliştirebilmek ve gelecek nesillere
bırakabilmek hayati önem taşımaktadır.
Valilerimiz ve büyükşehir belediye başkanlarımız, verimli
tarım arazilerimizin korunması konusunda çok hassas hareket etmeli, özellikle bakanlık tarafından belirlenen büyük
tarım ovalarının hiçbir şekilde tarım dışına çıkarılmasına izin vermemelidir. Toprak
Koruma Kurullarında toprağın sahibi çiftçimizin temsilcisi Ziraat Odaları
mutlaka bulunmalıdır. Miras yolu ile arazilerimizin parçalanmasını engellemek
için büyük çaba gösterdik.
Sonuçta Medeni Kanundaki mirasla ilgili hükümleri
değiştiren kanun bizim talebimizle çıktı. Tabii bu Kanunun çıkması kolay
olmadı. Karşı çıkan bakanlar oldu. 3 bakan imza koymadı. Bu bakanların imza
atmaları için uğraştık. Dönemin Başbakanını iki defa ziyaret ettik. Miras
hukukunun değişmesini, arazi parçalanmasının önüne geçilmesini talep ettik ve
bu kanunun çıkmasını sağladık. Bu kanunun eksiksiz uygulanması geleceğimizin
garantisidir.
Bununla da yetinmedik. Yıllardır takip ettiğimiz bir
konu vardı. Ecrimisil arazileri. 24 Haziran 2018 seçimlerine çok az bir süre
kala dönemin Başbakanına konuyu aktardım. Başbakanın talimatıyla düzenleme
Torba Yasa’ya girdi.
Hazine arazilerinde ecrimisil ödeyerek tarım yapan yüz
binlerce çiftçimizin yıllardır bekleyen ve yılan hikâyesine dönen sorun, girişimlerimizle
çözülmüş oldu.
Bu durumda olan çiftçilerimizin ÇKS’ye kayıt
olmalarına ve desteklerden faydalanmalarına imkân tanındı.
Bu araziler için çiftçilerimize, ecrimisil bedelinin
yarısı üzerinden 10 yıla kadar doğrudan kiralama hakkı verildi. Ayrıca, 10’ncu
yılın sonunda çiftçilerimiz, isterlerse kira sürelerini uzatabilecek veya satın
alabilecekler.
Bugün için Hazine ile kira kontratı yapan 300 bin
çiftçimiz düzenlemeden yararlanarak destek almaya başladı. Şartlar
iyileştirildiğinde önümüzdeki süreçte 500 bin çiftçimiz de Hazine ile kira
kontratı yaparak desteklerden faydalanacak.
Yüz binlerce çiftçimizin mağduriyeti giderildi. Tarım
ve Orman Bakanlığımız toplam 7 milyon hektar araziyi kapsayan 258 ovamızı
tarımsal SİT alanı ilan etti. Ova sayısı 2023’de 300’e kadar çıkacak. Biz bunu
çok önemsiyor ve destekliyoruz. Tüm ovalarımızın bu kapsama alınması
gerektiğini düşünüyoruz.
Değerli Delegeler, Kıymetli Oda Başkanlarım, Tarımın öncelikli sorunlarının çözülmesi
ve çiftçimizin tarlada kalabilmesi için temel girdi fiyatları makul düzeylere
çekilmelidir. Gübre ve yemde KDV oranı sıfırlandı. Ancak bu çiftçimize fiyat
indirimi olarak yansıtılmadı. Bu takip edilmelidir. Biz, gübre ve yem dışındaki
girdilerde KDV oranı kadar bir miktarın çiftçimize destek olarak verilmesini
talep ediyoruz. Tarımda kullanılan elektrikte fon ve TRT payı kaldırılmalıdır. Tarım
Kanunu’nda belirtildiği gibi gayri safi milli hasılanın yüzde 1’i tarımsal
desteklere ayrılmalıdır. Desteklerden
alınan yüzde 2 ile yüzde 4 arasında değişen stopaj kesintisi kaldırılmalıdır. Nitekim,
geçmişte doğrudan gelir desteğinde gelir vergisi yüzde sıfır uygulanıyor ve
stopaj kesilmiyordu. Tarımsal destekler artırılarak sürdürülmelidir. Destek
derken, pamuktaki verim sınırlamasını da dile getirmek istiyorum. Bildiğiniz
gibi pamukta kilogram başına prim 80 kuruş. Uydu tabanlı parsel tanımlama
modeline göre, çiftçimizin ürettiği pamuğun tamamı için prim desteği alıyordu. Şimdi
dekar başına 500 kilogram verim sınırlaması getirdiler. Çiftçimiz dekarda 700-800
kilogram pamuk da üretse 500 kilogram üzerinden prim desteği alacak. Bu
uygulama çiftçimizi, odalarımızı rahatsız etti.
Çiftçimiz daha az primle yetinmek zorunda kalacaktır.
Ülkemizin pamuk açığı verdiğini unutmamalı, pamuk üretimi desteklemeli, kimi
yıllar 2 milyar dolarlara varan ithalata son vermeliyiz.
Bunun için de bu düzenlemenin değiştirilmesini talep
ediyoruz. Sorunlarımız sadece girdi fiyatları ve yapısal sorunlardan
oluşmuyor. Küresel
ısınma iklimi değiştiriyor. Afetler yıl geçtikçe artıyor. 1940 ile 2008 yılları
arasında, yılda ortalama 300 civarında meteorolojik olay meydana gelmişken,
2008 yılından günümüze kadar geçen sürede bu olayların sayısı yılda 600-700’ü
buldu. Hatta 2015 yılında çiftçimiz, 768 meteorolojik olayla karşılaştı. Son
yıllarda çiftçimiz, kış aylarındaki kuraklık ve özellikle bahar döneminde
gerçekleşen aşırı yağış, sel, fırtına, hortum, dolu başta olmak üzere hemen her
afetle karşı karşıya kaldı.
Doğal
afetlerde çiftçiye ilk biz ulaştık. Hasar tespit komisyonlarında çiftçimizin
hakkını savunuyoruz. Zararları rapor ediyoruz. Raporları ilgili makamlara
iletiyor, kamuoyuyla paylaşıyor, süreci takip ediyor, çiftçimizin
mağduriyetinin giderilmesi için çalışıyoruz. Borçların ertelenmesi, destek
sağlanması için mücadele ediyoruz. Hatta bu sezonda aşırı yağış
ve gerçekleşen seller ile tarım arazileri sular altında kalırken sel, fırtına
ve hortum seralara önemli zararlar verdi.
Binlerce dekar sera, meyve
bahçesinde zarar yaşandı.
Bu durum, seralarda üretim
maliyetini artırdı.
Özellikle Antalya ve Mersin
illerinde hem seralar hem ürünlerde zarar meydana geldi.
Üst üste doğal afet yaşayan,
ürünlerde görülen hastalık ve zararlılar nedeniyle yeterli üretim yapamayan
çiftçilerimizin borçları birikti. Çiftçimiz, artık borcunu çeviremez hale geldi.
Bankalara ve Tarım Kredi Kooperatiflerine olan tarımsal kredi borcu 110 milyar
lirayı aştı. Oysa, bu rakam çok değil 2008 yılında15,6 milyar lira
düzeyindeydi.
Talebimiz üzerine
çiftçi borçlarının bir kısmı son 3 yılda iki kez 5 yıl süreyle ertelenmiştir. En
son, Ziraat Bankası ve Tarım Kredi Kooperatiflerine olan ve doğal afetler
yüzünden ertelenen çiftçi borçları ile 31 Aralık 2018 tarihi itibarıyla kanuni
takibe giren çiftçi borçları yapılandırılmıştır. Yapılandırma idari takipteki
borçlar ile diğer bankalara olan tarımsal kredi borçlarını kapsamamıştır. Çiftçimizin kredi borçlarının
yaklaşık yüzde 37’si Ziraat Bankası ve Tarım Kredi Kooperatifleri dışındaki
bankalara aittir. Ayrıca, çiftçimiz takibe düşmemek için Ziraat Bankası’na olan
borçlarını cari faiz üzerinden yapılandırmıştır. Çiftçimiz borçlanıyor. Tam
takibe düşmeden evvel Ziraat Bankası çağırıyor. Borcu cari faiz üzerinden yapılandırıyor.
Borçlu görünmüyor. Cari faiz üzerinden nakdi kredi alanlar da yapılandırmaya
girmiyor.
Bütün bu sorunlara bir çözüm bulunması
gerekir. Doğal afetlerin ardından çiftçimiz yeterince desteklenmez, can
suyu verecek yardımlar yapılmazsa, finansman sorunu çözülmezse, çiftçimizin,
bağında, bahçesinde, tarlasında üretimi sürdürmesi imkansız hale gelir. Çiftçimiz,
üretimi sürdüremez ve tarımdan koparsa ülkemizin gıda güvencesi de tehlikeye
girer. Öncelikle; Çiftçimizin finansman sorununun çözümü için
Ziraat Bankası yüzde 16’ya çıkardığı tarımsal kredi faizlerini yeniden yüzde
8-11’e indirmelidir. Tarım Kredi Kooperatifleri’nin faiz oranı yüzde 26’dan
Ziraat Bankası seviyesine çekilmelidir. Her iki kurum, çiftçimizin düşük faizli
kredi ihtiyacının tamamını karşılamalıdır.
Diğer kamu bankaları da çiftçimize
Hazine destekli düşük faizli kredi vermelidir. Bunları biraz rekabet içine
sokmak lazım. Hazine diğer kamu bankalarına da Hazine destekli kredi verme
imkanı vermeli. Rekabet sağlamalı, belki faizler bir-iki puan düşer. Hizmet
kalitesi artar. Bunu hükümetimizden talep ediyoruz. Tarımsal kredilerde,
masraf, komisyon, hayat sigortası, tarım sigortası istenmemelidir. Yatırım
kredilerinde ipotek bedeli, limit tahsis masrafı kaldırılmalıdır. Yüksek faiz uygulayan bankalarımızı da insafa davet ediyorum.
Bindiğiniz dalı kesmeyin. Çiftçimize, ödeyebileceği, düşük faizli kredi verin.
Çiftçimizin diğer bir sorunu da tarım sigortalarıdır. Tarım sigortalarında çiftçimizin
haklarını savunduk. Türkiye
Ziraat Odaları Birliği olarak, Tarım Sigortaları Kanunu’nun çıkması ve uygulamanın
başlatılması için sonuna kadar destek verdik. Kurulduğu 2006 yılından bu yana
bu desteği de sürdürdük. Yalnız tarım sigortası uygulamasından çiftçimizin
şikayetleri var. Çiftçimiz, üretim yaptığı halde, çeşitli nedenlerle ÇKS kaydı
yaptıramadığı için serasını, bağını, bahçesini sigorta ettirememektedir. Şartları
taşıyan çoğu çiftçimiz de prim bedellerinin yüksekliği nedeniyle ürününü,
hayvanını sigorta yaptıramamaktadır. Bizim tarım sigortalarıyla ilgili çok
sayıda girişimimiz oldu. Bu girişimlerimiz de sonuç verdi. Taleplerimizle tarım
sigortalarının kapsamı her yıl genişlemiştir. Tarım sigortasının her riski
sigorta kapsamına alması için uğraş veriyoruz. Bu konuda Tarım ve Orman
Bakanlığımızdan, Hazine ve Maliye Bakanlığımızdan ve TARSİM yönetiminden destek
bekliyoruz. Çiftçimizin
en fazla zarar gördüğü kuraklığın teminat kapsamına alınmasını sağladık. Ancak
kuraklık yaşayan çiftçinin zararı yeterince karşılanmadı. Ürününü kaybeden
çiftçimiz yeterli tazminatı alabilmelidir. Kuraklık verim sigortası parsel
bazlı olarak tüm ürünler ve riskler için uygulanmalıdır. Tarım sigortası
kapsamında halen yer almayan risklerin yaşanması durumunda çiftçimizin
zararlarını karşılayacak şekilde destekleme yapılmalıdır.
Değerli Delegeler, Kıymetli Oda Başkanlarım, Son yıllarda hem büyükbaş hem de küçükbaş
hayvan varlığımızda önemli artışlar yaşandı. Özellikle büyükbaş hayvanlarda
kültür ve kültür melezi hayvan oranında büyük artış görüldü. Bu gelişme sütte
ve ette verimi artırdı. Ancak son dönemde yükselen girdiler hayvancılığımızı da
olumsuz etkilemiştir. Tüketicinin makul fiyatlarla et yemesinin tek yolu, bazı
lobilerin öne sürdüğü gibi ithalat değil, üreticimizin maliyetlerinin
düşürülmesidir. Maliyet aşağı çekildiğinde et üretimi artacak, tüketici
fiyatları da gerileyecektir. Yem fiyatlarındaki artış nedeniyle süt üreticimiz
de zorlanmaktadır. Özellikle bir konuya da dikkati çekmek isterim ki süt
fiyatlarında istikrar sağlanmadığı sürece, Türkiye’nin et sorunu
olacaktır. Üreticilerimiz geçen yıl bir kilogram et sattığında 24,3
kilogram yem alabiliyordu. Bu yıl bu rakam 19,4 kilograma geriledi. Son bir
yılda besicimizin alım gücündeki azalış yüzde 20’yi geçti. Süt hayvancılığı da farklı
değil. Geçen yıl bir litre süt sattığında üreticimiz 1,1 kilogram yem
alabiliyordu. Bu yıl bu rakam 0,9 kilograma düştü. Alım gücündeki azalış yüzde
18’i aştı. Bu alım gücüyle üretmek, yetiştiricilik yapmak gerçekten zor hale
gelmiştir. Ulusal Süt Konseyi, 1 Mayıs-31 Aralık 2019 tarihleri arasında brüt 1
lira 70 kuruş olan tavsiye fiyatı 2 liraya çıkardı. Fakat yem fiyatı 1 lira 65
kuruşa kadar çıktı. Buna göre çiğ sütün litre fiyatı 1,5 pariteyle en az 2 lira
48 kuruş olmalıdır. Tavsiye fiyatı olan 2 lira ülkemizin çoğu bölgesinde de
uygulanmamaktadır. Biz her ay fiyatları alıyoruz. En son çiğ süt Türkiye
ortalaması 1 lira 51 kuruştu. Bu rakam yeni tavsiye fiyatıyla en fazla 1 lira
70 kuruş ile 1 lira 80 kuruş arasında olur. Üstelik, daha çiğ süt üretici
tavsiye fiyatı hayata geçmeden yem üreticileri yeme yüzde 5,8 zam yaptılar. Yeri
gelmişken, Et ve Süt Kurumu’na da burada değinmek istiyorum. Biz, hayvancılığımızın
gelişmesine ve sorunlarının çözümlenmesine önemli katkı sağlayacağına
inandığımız ve her platformda dile getirdiğimiz bir müdahale kurumu
oluşturulmasıyla ilgili talebimizi aynı miras kanununda olduğu gibi, dönemin
Başbakanına iki kez taşıdık. Hatta 3 bakanın kararnameye imza koymadığını da söyledik.
Kendileri verdikleri talimatla sorunu çözdü ve Et ve Balık Kurumu’nun ana
statüsü değiştirildi, Et ve Süt Kurumu adı altında bir müdahale kurumu
oluşturuldu. 2016 yılında çiğ süt litre fiyatları 70-80 kuruşlara kadar
inmişti. Sorunu çözmek için dönemin Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı, süt
tozuna destek kararını çıkardı. Et ve Süt Kurumu piyasaya müdahale etti.
Piyasadan süt çekti ve süt tozuna çevirdi. Fiyatların daha da aşağı inmesinin
önüne geçti. Fiyatlar yükseldi damızlık hayvan kesimi durdu. Şayet Et ve Süt
Kurumu kurulmamış olsaydı piyasaya müdahale edilemeyecekti, fiyatlar çok daha düşük
düzeylere inecekti, ahırlar boşalacaktı. Et ve Süt Kurumu’nu açtırmakla tarihi
bir iş yaptık. Ben tarımda devletçiyim arkadaş. Liberal ekonomilerde bile,
serbest piyasa ekonomisinin uygulandığı ülkelerde çiftçiyi koruyan mekanizmalar
var. Nedir bu mekanizmalar çiftçi örgütleri hepsi güçlü, piyasaya giriyorlar,
mal alıyorlar, stokluyorlar, pazarlıyorlar, ambalajlayıp dünya piyasalarına
satıyorlar. Peki bizim paydaşımız olan tüccar ve sanayicilerimiz… Biz onların
gelişmesini istiyoruz. Fabrikalar kurulsun diyoruz, sütümüzü verelim, etimizi
verelim, meyvemizi verelim hiç itirazımız yok. Ama diyoruz ki paydaş olun
paydaş. Bizi sömürmeyin kardeşim. Biraz gönlünüz zengin olsun cebiniz değil.
Siz para kazanırken fabrika üstüne fabrika açarken ben hayvanları kesime
götürüyorum. Peygamber efendimiz buyurmuş ‘asıl zenginlik mal mülk zenginliği
değil. Gönül zenginliğidir’ Allah bunlara böyle bir zenginlik versin. Biz, sürdürülebilir bir hayvancılık politikası
istiyoruz. Biz, süt fiyatlarında istikrar istiyoruz. Biz, 25 kuruşluk süt
teşvik priminin devam etmesini istiyoruz. Biz, et fiyatlarında istikrar
istiyoruz. Biz, önümüzü görmek istiyoruz.
Biz, ithalat istemiyoruz. Biz, sektörde sömürü düzeni
istemiyoruz. Sanayicinin bize “yemini benden almazsan, sütü senden almam” demesini
istemiyoruz. Süt paralarının zamanında ödenmesini istiyoruz. “Herkes kazansın,
damızlık hayvanlar kesime gitmesin, ahırlar boşalmasın” diyoruz. Söyleyin çok
şey mi istiyoruz? Kanatlı sektöründe de durum farklı değil. Son yıllarda hem
yumurta hem de kanatlı et üretiminde önemli artışlar oldu. İhracatta da artış
var ama üreticinin para kazandığını ne yazık ki söyleyemiyoruz. Yatırım yapan
yatırımının karşılığını makul bir sürede alamıyor.
Yurt içi piyasa doymuş durumda. Sektörün geleceği
ihracatta. Devletimiz somut, akılcı adımlar atmalı, kanatlı sektörünün
ihracatını desteklemeli, yeni pazarlara açılımı sağlamalı, üreticinin kazancını
artırmalıdır. Değerli Delegeler,
Kıymetli Oda Başkanlarım, Her yıl
14 Mayıs Dünya Çiftçiler Günümüzü geniş katılımlı etkinliklerle kutluyoruz.
2016’da,
14 Mayıs’ı, ülkemizin doğuya açılan kapısı Ağrı’da düzenlediğimiz toplantıyla
kutladık. 2017’de, Edirne’den Kars’a kadar ülkemizin her ilinden, her bölgesinden
on binlerce çiftçimizi Ankara’da, Anadolu (Tandoğan) Meydanı’nda topladık.
Kamuoyunda çiftçimizin sesini, sorunlarını, taleplerini en iyi şekilde
duyurduk. 2018’de, farklı bir etkinliğe imza attık. Çiftçimizin ekmek teknesi
toprağı gündeme taşıdık. Edirne’den Kars’a, İzmir’den Rize’ye, Sakarya’dan
Şanlıurfa’ya, Adana’dan Sivas’a, Konya’ya ülkemizin dört bir tarafından,
çiftçilerimizin Aşık Veysel’in Kara Toprak eserini seslendirdiği klibi çektik,
hemen bütün televizyonlarda yayınlanmasını sağladık. Klibimiz en çok okunan ve
izlenen haberler arasında yer aldı. Bu yıl 14 Mayıs’ta çiftçilerimizle Cumhurbaşkanımızın
Dünya Çiftçiler Günü sebebiyle Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde verdiği iftara
katıldım. Orada yaptığım konuşmada, çiftçimiz üretemezse Türkiye’nin aç
kalacağından bahsettim ve Cumhurbaşkanımızdan üreticimize destek istedim. Yapısal
sorunların getirdiği maliyetleri, yüksek girdi fiyatlarını anlattım. Dünyada
hiçbir çiftçinin böyle bir üretimi, bu kadar parçalanmış arazilerde, zor tabiat
koşullarında başaramayacağını, eli öpülesi çiftçimizin bunu gerçekleştirdiğini
söyledim. Gıdanın gittikçe önem kazanacağını, ülkelerin insanların gıda
güvencesini sağlamakta büyük problemler yaşayacağını, Türkiye’nin bu
konjonktürü fırsata çevirmesi gerektiğini vurguladım. Bu vesileyle 14 Mayıs Dünya
Çiftçiler Günümüzü de tekrar kutluyorum.
Gece gündüz üretimini sürdüren bütün çiftçilerimizi sevgi ve
saygılarımla selamlıyorum. Bu ülkenin temel taşı çiftçimizle birlikte
milli birlik ve beraberliğimize yönelik her türlü girişimin karşısında durduk. 15
Temmuz’da birliğimize, beraberliğimize kast eden demokrasi düşmanı hainlere
gereken dersi verdik. Bütün Ziraat Odalarımız ve 5 milyon çiftçimizle ülkemizin
her köşesinde demokrasinin ve milli iradenin yanında olduk. Terörü en sert
tepkiyle kınadık. Birlik ve beraberliğe yönelik bütün etkinliklerde en önlerde
yer aldık. Ülkemizin haklarını her zaman, her yerde savunduk. 5 milyon
çiftçimizle demokrasimizin ve millet iradesinin önündeki her türlü engele
karşı, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da büyük bir azim ve kararlılıkla
durmaya devam edeceğiz. Çiftçimizin çıkarlarını korumak için lobilerle mücadele
etmekten çekinmedik. Ette, sütte, fındıkta, sebzede meyvede, tahılda,
çiftçimizi ilgilendiren her konuda sonuna kadar çiftçimizin yanında olduk. Kampanyalar
yürüttük, kamu spotları yaptık, israfa karşı mücadele verdik. Yaptığımız kamu
spotları televizyonlarda yaklaşık 2 bin kez yayınlandı. Bin bir emekle üretilen
ürünleri çiftçilerimizle birlikte hasat ettik. Etkinlikler, basın toplantıları
düzenliyor, basın açıklamaları yapıyor, kamuoyunu doğru bilgilerle
aydınlatıyoruz. Bütün bunların bir sonucu olarak, Ziraat Odalarımız ve
Birliğimiz, 2015’den bu yana 1 milyona yakın haberle yazılı ve görsel basında
yer aldı, çiftçimizin sesi oldu. Konuşmamın
başında da söyledim ülkemizde 5 milyonu aşkın sığınmacı, mülteci, yabancı
yaşıyor. Bu sığınmacıların en büyük şansı, Türkiye gibi bir komşularının
olmasıdır. Tarihin her döneminde zor durumda kalan ve başı sıkışan, dini, dili,
ırkı ne olursa olsun gönül kapılarını sonuna kadar açan ülkemizin insanları,
iyi bilmelidir ki komşuları kadar şanslı değildir.
Zira bizim insanımızın kendi
vatanından, kendi toprağından başka misafir olabileceği, gidebileceği bir kapı
yoktur. Bu yüzdendir ki şehit kanlarıyla defalarca sulanarak kutsanmış bu
toprakların kıymeti, bu toprakları işleyen çiftçimizin kadri iyi bilinmeli,
gereken saygı ve önem asla göz ardı edilmemelidir. Çiftçimizin gelişmiş
ülke çiftçilerinin sahip olduğu hak ve imkanlara ulaşması en doğal hakkıdır. Bu
ülkede yaşayan herkes, bizim ürünlerimizle karnını doyuran herkes, çiftçimizin
kadrini çok iyi bilmek zorundadır. Biz üretemezsek Türkiye aç kalır. Bitti bu
kadar. Sözün bittiği yer. Bu ülkede yaşayan herkesin, bu sektörde zor
koşullarda üretim yapan değerli çiftçilerimizin ve sektörün kıymetini bilmek
gibi bir görevi var. Biz bu sektörün sorunlarının çözümünde halkımızın
desteğini arkamıza almak zorundayız. Ama önce bu konularda insanlarımızı
bilinçlendirmek zorundayız. Tarım sektörü, tarım sektöründe çalışan
çiftçilerimizin hangi koşullarda üretim yaptığını bu ülkede yaşayan insanlar
bilmiyor. Nasılsa üretir diyor. Nasılsa soframa bunlar gelir diyor. Gelmez. Aç
kalırsınız. Uyarılarımız devam edecek, aç kalmak istemiyorsak, çoluk
çocuğumuzun karnını doyurmak istiyorsak, Ramazan’da sofralarımızı zenginleştirmek
istiyorsak sahur yemekleri yemek istiyorsak iftarlarımızı bu üretilen gıda ile
açmak istiyorsak çiftçimize dikkat edeceğiz başka bir yolu yok. Değerli
Delegeler, Kıymetli Oda Başkanlarım, Tarım sektörü olarak hedeflerimiz var. Türk çiftçisi olarak,
Cumhuriyetimizin 100. yılında 90 milyonluk Türkiye nüfusuyla birlikte 60 milyon
turisti besleyecek, tarım ve gıdada 40 milyar dolarlık ihracat geliri,
gıda sanayi ile birlikte 200 milyar doların
üzerinde üretim değeri sağlayacak kararlılığa, üretim kapasitesine sahibiz. Tarımda
ülkemizin içinde bulunduğu bölgenin yıldızı olacağına yürekten inanıyoruz. Yeter
ki ülkemizin tarımdaki potansiyeli harekete geçirilsin. Yapısal sorunlarını çözmüş, örgütlenmesini
tamamlamış, verimli üretimi yakalamış, dünya ile rekabet eden, üreticisine
istikrarlı gelir sağlayan, tüketicisine bol ve makul fiyatlarla ürün sunan,
başta Orta Doğu ülkeleri olmak üzere çevre ülkelerin gıda açığını kapatan bir
tarım sektörü kurmayı hedefliyoruz.
Bunun için üreticiyi merkez almış, istikrarlı, sorun
çözen, geleceği planlayan politikalara ihtiyacımız var. Türkiye Ziraat Odaları
Birliği ve Ziraat Odalarımız olarak bu hedeflerin peşinde olacak, gece gündüz
bu amaçlar için çalışacağız.
Dünyanın tarımda en gelişmiş ülkesi olmamız
için mücadelemize sonuna kadar devam edeceğiz. Unutmayalım, çiftçimiz kazanırsa ülke kazanır. Gücünü
Anayasa, kanunlar ve fedakâr çiftçilerimizden alan Ziraat Odalarımız ve Türkiye
Ziraat Odaları Birliğimiz, her zaman olduğu gibi bundan sonra da dürüst, hukuka
saygılı ve şeffaf yönetimiyle çiftçimizin haklarını sonuna kadar savunacak ve
onların gür sesi olmaya devam edecektir. Sözlerime son verirken, bu düşünce ve
duygularla, 27.Genel Kurul Toplantımızın ülkemize, milletimize, çiftçilerimize
ve teşkilatımıza hayırlı ve uğurlu olmasını diler, tüm konuklarımıza teşekkür
eder, saygılarımı sunarım.