-Toprak Bayramı…
TZOB Genel Başkanı Şemsi Bayraktar:
-“Topraklarımızı
koruyamazsak miras olarak çocuklarımıza açlık bırakırız”
-“Her yıl Kıbrıs kadar bir toprağı
kaybediyoruz ve buna engel olamıyoruz”
-“Tarım arazilerimiz 27 milyon 856 bin hektar
iken son 30 yılda 4 milyon 720 bin hektar azalarak 23 milyon 136 bin hektara
gerilemiştir”
-“Topraklarımız
birçok tehdit ve riskle karşı karşıyadır”
-“Miras Hukuku’nun değişmesiyle 1,7 milyon hektar alanın bölünmesi ve
hisselenmesi engellendi”
-“Toprak, her
karışına emek veren çiftçimiz için gelir kapısı, bereket ve can demektir”
-“Pandemi süreci gıda krizi konusunda
ülkeleri tedbir almaya sevk etti”
-“Toprak bilinci tüm nesillere bıkmadan
anlatılmalıdır”
13.06.2021-ANKARA-
Türkiye Ziraat Odaları Birliği (TZOB) Genel Başkanı Şemsi Bayraktar, “Toprak, kutsal
anlamda hepimiz için ‘vatan’ demektir. Kalkınmanın ilk kaynağı olan toprak, her
karışına emek veren çiftçimiz için kutsal anlamına ilaveten gelir kapısı,
bereket ve can demektir” dedi.
Bayraktar, Toprak Bayramı’nın 76’ncı yılı nedeniyle yaptığı açıklamada, “Ülkemizde toprağın üreticilerimiz açısından taşıdığı önem dikkate alınarak 11 Haziran 1945 yılında ‘Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu’nu kabul edilmiştir. Bu kanunla, toprağı olmayan ya da yetersiz olan çiftçilerin aileleriyle birlikte geçimlerini sağlayacak ve iş güçlerini değerlendirecek ölçüde toprak edinmeleri amaçlanmıştır. Toprağın önemini vurgulamak amacıyla aynı yıl 4760 sayılı ‘Toprak Bayramı Kanunu’nu da çıkarılmıştır. Bu kanunla birlikte her yıl Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu’nun kabul edildiği 11 Haziran tarihini takip eden ilk pazar günü ‘Toprak Bayramı’ olarak kutlanmaktadır” bilgisini paylaştı.
“Pandemi süreci gıda krizi konusunda
ülkeleri tedbir almaya sevk etti”
Pandemi
sürecinde toprağın ve üretimin öneminin bir kez daha ortaya çıktığına değinen
Bayraktar, “Toprağın önemini kavrayan ülkeler, artan gıda talebinin
karşılanmasını, çevre ve tarımın sürdürülebilir olmasını sağlamak için tarım
politikalarını buna göre şekillendirmektedir. Gıda
fiyatlarının önümüzdeki yıllarda daha da artacağı göz önünde bulundurulduğunda
tarım sektörü daha da stratejik hâle gelecektir” diyerek şöyle devam etti:
“Yaşadığımız
pandemi döneminde dünyada ülkelerin ihracatlarına kısıtlamalar koyması, paranız
olsa bile tarımsal ürünlere ulaşılamaması, yerli ve millî üretimin ne kadar
hayati bir öneme sahip olduğunu tüm ülkelere göstermiştir. Bu nedenle, dünyada
yaşanacak gıda krizleri birçok ülkede ulusal güvenlik sorunu oluşturacaktır.
Ülkemizde böyle bir sorun yaşamak istemiyorsak Allah’ın bize bahşettiği
bereketli Anadolu topraklarını korumak ve kollamak zorundayız. Bu verimli
topraklarda üretmeye mecburuz.
Dünyada
beklenen gıda krizlerine karşı, ülkemizin bu krizlerden etkilenmemesi ve ülke
insanımızın yeterli gıdaya erişebilmesi için topraklarımızın korunması, imara
açılarak kaybedilmemesi ülkemiz için hayati önem taşımaktadır.
Üreticilerimizin
üretimden kopmaması için tüm önlemlerin alınması gerekmektedir. Pandemi
nedeniyle ‘Evde Kal Türkiye’m’ sloganı elbette çok önemliydi. Lakin ‘Tarlada
Kal Türkiye’m’ sloganı tüm zamanlar için çok daha önemlidir. Herkesin bu
gerçeği asla unutmaması gerekir. Toprak yoksa üretim yok, üretim yoksa gıda yoktur,
gıda yoksa dışa bağımlılık kaçınılmazdır.
Üreticilerimizin
çok zengin ve köklü tarımsal üretim deneyimleri olduğu gerçeğinden hareketle,
topraklarımızı koruyarak üzerinde verimli üretim gerçekleştirirsek dünyada
beklenen gıda krizlerini fırsata çevirip, gıda ihracatımızı artırarak ciddi
döviz geliri elde edebiliriz.”
“Topraklarımız birçok tehdit ve riskle
karşı karşıyadır”
“Toprak,
yaşayan ve korunması gereken çok önemli bir canlıdır. Bir santimetre
kalınlığındaki toprak 100 yılda oluşmaktadır. Böylesi hayati bir hususun toprak
bilinci aşılanırken önemle üzerinde durulması gereklidir ve bu tüm nesillere
bıkmadan anlatılmalıdır” vurgusu yapan Bayraktar şunları ifade etti:
“Ülkemiz
topraklarının en önemli sorunları; erozyon, tuzluluk-çoraklaşma, tarım arazilerinin
yanlış ve amaç dışı kullanımı, arazilerimizin küçük, parçalı, dağınık, çok
hisseli olması ve toplulaştırmanın henüz bitirilememesidir.
Erozyon,
uzun yıllar sonucu oluşmuş verimli toprakların kısa bir sürede elden çıkmasına
neden olmaktadır. Dünyada aralarında ülkemizin de yer aldığı pek çok ülkede
erozyon nedeniyle çölleşme tehlikesi bulunmaktadır.
Ülkemiz
topraklarının yüzde 63’ünde şiddetli ve çok şiddetli, yüzde 20’sinde orta,
yüzde 7’sinde ise hafif derecede erozyon görülmektedir. Topraklarımızın yüzde
90’ında görülen erozyon nedeniyle yılda 1,4 milyar ton toprak kaybedilmektedir.
Bu kadar toprak, su ve rüzgâr etkisiyle taşınmaktadır. Yani her yıl Kıbrıs kadar bir toprağı kaybediyoruz ve buna engel
olamıyoruz.
Erozyon,
fiziki ve biyolojik çevreye etkileri yanında sosyo-ekonomik çevreye de zarar
vermektedir. Tarım alanlarının azalması, çayır, mera alanlarının giderek
daralması ve nüfusun artmasıyla birlikte tarımla uğraşan insanlar geçim
sıkıntısı çekmekte ve göçe zorlanmaktadır.
Topraklarımızı
kaybetme nedenlerimizden biri de amaç dışı kullanımdır. Her yıl binlerce dekar
verimli tarım arazisi; konut, sanayi, turizm yapılaşmaları, kara yolu yapımı ve
hobi bahçeleri kurulması gibi nedenlerle elden çıkmaktadır.
Ülkemiz
topraklarının organik madde açısından yüzde 65’i çok yetersiz, yüzde 25’i orta,
yüzde 7’si iyi ve yüzde 3’ü ise çok iyi durumdadır yani topraklarımızın
yaklaşık yüzde 90’ının organik madde yönünden yetersiz olduğu görülmektedir.
Tarım
arazilerimiz en büyük zenginliğimizdir. Arazilerimiz gelecek nesillerin bizlere
emanetidir. Bizim görevimiz günü gelene kadar arazilerimizi korumak,
geliştirmek, durumunu iyileştirmek ve zamanı gelince de sahibine yani gelecek
nesillere aldığımız gibi bırakmaktır.
Ne
yazık ki tarım arazilerimiz 27 milyon 856 bin hektar iken son 30 yılda 4 milyon
720 bin hektar azalarak 23 milyon 136 bin hektara gerilemiştir. Bu alanlar geri
dönüşü olmayan bir şekilde elden çıkmaktadır. Bunun dışında arazilerimiz çok
parçalı hâle gelmekte, her geçen gün üzerinde ekonomik üretim yapılabilirlikten
uzaklaşmaktadır.
“Miras Hukuku’nun değişmesiyle 1,7
milyon hektar alanın bölünmesi ve hisselenmesi engellendi”
Bayraktar,
“1929 yılından beri uygulanan İsviçre Medeni Hukuku’yla son yıllara kadar
işletmelerimizi parçalayarak ekonomik olmaktan çıkarmıştık. 2014 yılında TZOB
olarak topraklarımızın parçalamasını önlemek için çok önemli bir adım attık.
Birliğimizin talebiyle 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nda önemli değişiklik
yapılarak uygulanmaya başlandı. Bu kanun devrim niteliğinde bir adımdır. Bu
kanunla Miras Hukuku değişti ve tarım arazilerindeki parçalanmanın önüne
geçilerek 2014-2020 yılları arasında 1,7 milyon hektar alanın bölünmesi ve
hisselenmesi engellendi” diyerek sözlerini şöyle sürdürdü:
“Diğer
taraftan tarım arazilerimizin küçük, parçalı, dağınık ve çok hisseli olması ve
toplulaştırmanın tamamlanamaması önemli yapısal sorunlardır. Tarım arazilerinin
bu şekilde bölünmesi hem toprağı bizzat işleyenleri hem de çoğunluğu kırsalda yaşamayan
ve başka işlerle uğraşan sahiplerini mağdur etmektedir.
Ortalama
işletme büyüklüğünün 59 dekar olduğu ülkemizde 33 milyon parselde tarımsal
faaliyet gerçekleştirilmektedir. İşletme başına düşen ortalama parsel sayısı
11’dir. Pek çok parselin yasal olarak yolu ve sulama kanalına doğrudan erişimi
olmadığından kaynaklar verimli kullanılamamakta ve sosyal sorunlara yol
açmaktadır.
Ülkemizde
uzun yıllardan beri tarım arazilerinin miras yoluyla sürekli bölünmesi
nedeniyle 40 milyonun üzerinde hissenin varlığı tahmin edilmektedir. Bu durumda
her bir tarım işletmesi ortalama 13 hissedara ait arazileri işlemektedir.
Arazilerin hisseli olması, hem toprağı bizzat işleyenleri hem de çoğunluğu
kırsalda yaşamayan ve başka işlerle uğraşan malikleri mağdur etmektedir.
14
milyon hektar tarım arazisinin bir an evvel toplulaştırılması gerekmektedir. Verimli
üretim denilince ülkemizde akla gelen en önemli konu arazi toplulaştırmasıdır.
Ülkemizde toplulaştırma yapılabilecek 14 milyon hektar arazi vardır. Bunun 8,5
milyon hektarı sulanabilir, 5,5 milyon hektarı ise sulanamayan alandır. Verimli
ve ekonomik üretimin önemi dikkate alınarak bu 14 milyon hektarlık alan bir an
önce toplulaştırılarak üretime katılmalıdır” diyerek, şu bilgileri ekledi:
“Büyük
ovaların tarımsal SİT alanı olarak ilan edilmesi çok önemli bir adımdır. Bunu
toprağı korumak adına atılmış, hayati öneme sahip bir adım olarak görüyor ve
destekliyoruz.”
“Topraklarımızı korumak için neler
yapılmalıdır?”
TZOB Genel Başkanı Şemsi Bayraktar, toprağı korumaya yönelik alınması gereken tedbirleri de şöyle sıraladı:
“Tarım topraklarının ivedilikle arazi kullanım ve üretim planlaması yapılmalıdır.
Tarım
arazilerinin miras yoluyla parçalanması önlenmeli, arazi bankacılığı
uygulamaları arazi toplulaştırma çalışmalarıyla birlikte yürütülmelidir.
Alternatif
marjinal tarım arazileri mevcutken, verimli tarım arazileri tarım dışı
amaçlarla kullanılmamalıdır.
Birinci
sınıf sulamaya uygun tarım arazilerinin imara açılmasına asla izin
verilmemelidir.
Turizm,
madencilik ve ulaştırma için verimli tarım arazilerimiz kullanılmamalı, meyve
ağaçları, zeytinlikler kesilip buralara yazlıklar inşa edilmemelidir.
Belediyeler faaliyet alanlarındaki tarım arazilerinin korunmasına daha fazla
özen göstermelidir.
Valilikler
ve belediyeler, verimli tarım arazilerinin korunması konusunda çok hassas
hareket etmelidir. Toprak Koruma Kurulları verimli arazileri korumak için etkin
bir şekilde çalıştırılmalıdır. Çiftçinin tek meslek örgütü olan Ziraat Odaları
temsilcilerinin bu kurullarda görev yapması bir zorunluluk olmalı ve bu husus,
valilerin takdirine bırakılmamalıdır.
Kırsalı
kalkındırmak, yaşanılabilir yerler hâline getirmek insanımızı yerinde tutacak,
şehirlerde yeni varoşların oluşmasının önüne geçecektir. Bunun öncelikli yolu
kırsaldaki toprakları korumak, üreticilerin sürdürülebilir bir gelir elde
ederek üretime devam etmelerini sağlamaktır. Tarım politikalarının temeli bu
eksene oturtulmalıdır.
Toprağına
sahip çıkabilen üreticilerimiz, toprağın değerlenmesiyle birlikte gelecekte
ülkenin zenginleri olacaklardır. Bunu gören yabancı ve yerli şirketler
özellikle Trakya Bölgesi’nde arazi toplamaya başladılar. Odalarımızdan
aldığımız bilgilere göre son yıllarda zor durumdaki çiftçilere yüksek fiyat
vererek arazilerini satın alma işlemleri hız kazanmış bulunmaktadır. Sektörde
tekelleşmeye yol açabilecek bu gelişmeler karşısında aile işletmelerine sahip
çıkılmalı, topraktan kopmaları önlenmelidir. Ülkemizin gıda güvencesini
sağlamanın, aile işletmelerinin ayakta kalmasına ve desteklenmesine bağlı
olduğu gerçeği unutulmamalıdır.
Ekilmedik
bir karış arazimiz kalmamalıdır. Atıl durumda bekleyen 2 milyon hektar
civarındaki hazine arazisi acil olarak tarımsal üretime kazandırılmalıdır.
Topraklarımızı
daha verimli hâle getirmek için modern basınçlı sulama yatırımları hızla
tamamlanmalıdır.
Gerek
eğimli arazilerde erozyonu en aza indirmek gerekse sulamadan azami tasarruf
etmek için bitkiler kendi şartlarına uygun yerlerde yetiştirilmelidir.
Dolayısıyla taban ve düz arazilerde tek yıllık bitkilerin üretimi sürdürülmeli,
eğimli arazilerde ise meyvecilik yapılmalıdır.
Çayır,
mera, yaylak ve kışlak alanlarda yürütülen tespit, tahdit ve tahsis çalışmaları
bir an önce tamamlanmalıdır.
Topraktaki
organik maddeyi artıran, erozyon etkilerini azaltan, anız yangınlarını önleyen,
toprağın su tutma kapasitesini artıran, toprak işleme maliyetlerini yüzde 75
azaltan ‘Korumalı Tarım’ desteklenerek yaygınlaştırılmalıdır.”
Bayraktar,
“Toprak en değerli varlığımız, üzerinde üretim yaparak geçimimizi sağladığımız
ekmek teknemizdir. Gelecek nesillerden ödünç aldığımız topraklarımız, gıda
güvenliğimizin teminatıdır. Topraklarımızı koruyamazsak miras olarak
çocuklarımıza açlık bırakırız. Bereketli topraklarımızın kıymetini bilmeliyiz”
diyerek, tüm üreticilerin Toprak Bayramı’nı kutladı.