-Baharlar ortadan kalktı. Ilık geçen
kışlar ve sıcak geçen yazlar yaşıyoruz.
-Bu değişikliğinin en önemli sonuçlardan
birisi de kuraklıktır.
-Buğday başta olmak üzere, stratejik
ürünlerde belli bir miktar stok yapmak zorundayız. Eskiden olduğu gibi, iç
piyasada fiyatlar yükseldiğinde gümrükleri düşürsek bile, ucuz fiyattan ürün
bulmak mümkün değildir.
-Kuraklığın boyutları artarsa, paramız
olsa dahi, ürün bulmak mümkün olmayacaktır. Yerli ve milli üretimden başka
çaremiz yoktur.
-Ülkemizde boş toprak kalmamalıdır.
-Sulanmayan alanların sulamaya açılması başta olmak üzere yapısal sorunlara odaklanmalı, üreticilerimizin bu dönemde zaten yüksek olan elektrik ve su maliyetleri daha da artacağı için acil olarak elektrik ve sulama ücretlerinde indirime gidilmeli üreticilerimize verilen destekler artırılmalıdır
-Tüm ülkeler iklim değişikliği ile
mücadeleye odaklanmalıdır.
-Toprağın ve suyun yönetimine, korunmasına yönelik eğitim programları düzenlenmelidir.
İklim
değişikliğinin etkisi ile dört mevsim iki mevsime düştü. Baharlar ortadan kalktı.
Ilık geçen kışlar ve sıcak geçen yazlar yaşıyoruz. Bu değişikliğinin en önemli
sonuçlardan birisi de kuraklıktır. Önlem alınmazsa, gelecekte bu durum, tarımsal
üretimi sekteye uğratacak, gıda güvenliği endişesini taşımamıza neden
olacaktır.
Kuraklık, dünyada önemli
gündem maddelerinden biridir. Bir de pandemi süreci göz önüne alınırsa, gıdanın
önemi daha çok artmaktadır. FAO Gıda Fiyatı Endeksine göre; küresel gıda
ticareti kasım ayında sert bir şekilde yükselerek, son altı yılın en yüksek
fiyat seviyelerini gördü. Gıda fiyatları, 6 aydır aralıksız yükselişine devam
etti.
2021
yılı ise 2020 yılından daha risklidir. Çünkü bu riski kuraklık oluşturmaktadır.
Ülkemizdeki kuraklık, üretimi olumsuz etkileyecektir. Aralık ortalarına kadar
yağış alamazsak, risk daha çok artacaktır. Birçok ülkede kuraklık nedeniyle
verimde kayıplar görüyoruz. Örneğin, Rusya’da kışlık buğday ekilişlerinin yüzde
22’sinde büyüme eksikliği tespit edilmiştir. Bu durumda Rusya ve diğer üretici
ülkeler, pandemi sürecinde gördüğümüz gibi, ihracatlarına 2021 yılında da yasak
koyabilirler. Nitekim, Rusya ayçiçeği ürünleri ihracatına yüzde 30 ek vergi
getirmeye hazırlanıyor. Bu ürünlerde ithalatçı olan Türkiye, başka ülkelere
yönelmek zorunda. Ülkeler şimdiden kapanmaya başladı.
Önümüzdeki
yıl buğday başta olmak üzere, bitkisel ve hayvansal ürünlerde ihracat
yasaklarıyla karşılaşabiliriz. Yine buğday başta olmak üzere, stratejik
ürünlerde belli bir miktar stok yapmak zorundayız. Eskiden olduğu gibi, iç
piyasada fiyatlar yükseldiğinde gümrükleri
düşürsek bile, ucuz fiyattan ürün bulmak mümkün değildir. Kuraklığın boyutları
artarsa, paramız olsa dahi, ürün bulmak mümkün olmayacaktır. Yerli ve milli üretimden
başka çaremiz yoktur. Ülkemizde boş toprak kalmamalıdır. Çiftçimizin terk
ettiği boş, ekilmeyen topraklar üretime kazandırılmalıdır.
Dünyada ve ülkemizde yaşanan kuraklık riskine
karşı, önlemlerimizi şimdiden almazsak, yeterli üretimi sağlayamazsak, artık
üretici ülkelerden ucuz buğday, ucuz et, ucuz süt ürünleri ve diğer ürünleri
temin etme imkanımız kalmayacaktır. Bu ülkelerden aynı zamanda enflasyon da
ithal etmiş oluruz. Bu durum ülkemizdeki birçok insanımızın gıdaya ulaşamaması
demektir. Kaldı ki, paramız olsa da, bazı ürünlerin ithalatı mümkün
olmayacaktır. Çok acil olarak tedbirler almalıyız. Sulanmayan alanların
sulamaya açılması başta olmak üzere, yapısal sorunlara odaklanmalı,
üreticilerimizin bu dönemde zaten yüksek olan elektrik ve su maliyetleri daha
da artacağı için acil olarak elektrik ve sulama ücretlerinde indirime
gidilmeli, üreticilerimize verilen destekler artırılmalıdır. Bu ülkeyi namerde
muhtaç etmeyen üreticilerimizi topraktan soğutmamalıyız.
Şunu
hiçbir zaman aklımızdan çıkarmayalım, Pandemi sürecinde paramız olduğu halde,
hububat alamadığımız, pirinç bulamadığımız dönemler oldu. Devam eden pandemi
riski sürecine bir de kuraklık riskini eklediğimizde; 2021 yılında gıda
riskinin çok daha büyük boyutlarda olacağını söyleyebiliriz. Tedbirlerini
almayan ülkeleri, 2021 yılında zor günler bekliyor.
Özellikle buğday gibi, temel bir ürünümüz, gıda güvenliğimiz açısından bir adım öne çıkmaktadır. Buğday tek başına ekili dikili alanların yüzde 35’ini oluşturmaktadır. Ülkemizde kuraklıktan en çok etkilenen ürünlerin başında buğday gelmektedir. Çünkü iklim, buğday için en önemli faktör konumundadır. Bugünlerde ekilişleri tamamlanmak üzere olan buğdayın üretimi, bu yüzden dalgalanmalar göstermektedir. Geçen yıl fiyatlardan memnun olan buğday üreticileri bu yıl ekim alanlarını genişletti. Üretici bu seçiminden dolayı da bir endişe içinde beklentiye girmiştir. Pandemi sürecinde, artan döviz kurlarından dolayı girdilerdeki artışlar ürün maliyetlerini yükseltmiştir. Kuraklıktan dolayı, bir de verim kayıpları göz önüne alındığında, 2021 yılında üreticinin maliyeti katlanarak artacaktır. Bu nedenle TMO, alım fiyatlarına dikkat etmelidir. Buğday fiyatları açıklandığında, üretici tüccara yönelmektedir. Böyle bir ortamda, tüccar buğdayı stoklarken, piyasada fiyatlar yükselmekte, TMO başta buğday olmak üzere, üreticiye verdiği fiyatın çok üzerinde fiyatlarla ithalat yapmaktadır.
Buğdayın
yanında, arz açığı olan birçok ürünün üretimi de kuraklıktan etkilenecektir,
daha fazla ithalat yapılmasına neden olacaktır. Kışlık ekimleri yapılan arpa,
kırmızı mercimek arz açığı olan ürünlerimizdir. Arpa, buğday Orta Anadolu da
görülecek kuraklıktan etkilenirken, Güneydoğu Anadolu’da kırmızı mercimek ve
kuraklık böyle devam ederse ilkbaharda ekilecek yine arz açığı verdiğimiz
ürünlerden pamuk üretimi tehlike altındadır. Trakya bölgesinde arpa buğday ve
yine arz açığı verdiğimiz ayçiçeği, kuraklıktan etkilenecek önemli ürünlerimiz
arasındadır. Doğu Anadolu’da kuraklık yem bitkileri ve meraları etkileyecek,
hayvansal üretimin düşmesine neden olacaktır.
Tabii,
bütün doğal afetlerden çiftçimizin zarar görmemesi mümkün değildir. Bu nedenle,
doğal afetler karşısında çiftçimiz tek başına da bırakılmamalıdır. Tarım
sigortası, çiftçi kayıt sistemine dahil olmayanları da kapsamalı, tüm riskleri
de karşılamalıdır. Doğal afetlerden en çok zarar gören kesim olan üreticiler
için sigorta yaptırmak fevkalade önemlidir. Türkiye Ziraat Odaları Birliği’nin
çabalarıyla sigortalanmış kuru tarım alanlarında üretimi yapılan buğday, arpa,
çavdar, yulaf, tritikale, nohut, kırmızı
mercimek ve yeşil mercimek ile bu ürünlerin sertifikalı tohumluklarında ilçe
genelinde gerçekleşen kuraklık, don, sıcak rüzgar ve sıcak hava dalgası, aşırı nem,
aşırı yağış ile dolu paketi teminat kapsamına alınmıştır. Diğer yandan, tarımda
sigortalılık oranı Çiftçi Kayıt Sistemi kaydı olan üreticilerde yüzde 20’de
kalmaktadır. Tarım sigortasında istenilen düzeyde artışın sağlanamamasının
nedenleri arasında, yüksek prim tutarları gelmektedir. Çiftçimiz bu fiyatlarla
sigorta yaptırmakta zorlanmaktadır. Tarım sigortasında prim tutarları
düşürülmeli veya devlet desteği artırılmalıdır.
Tarımsal
kuraklıkla mücadele etmede sulamanın önemi büyüktür. Boşa akıp giden suları
toplamak yani yeni su hasatları yapmak için barajlar ve göletler yapılmalıdır. Sulamada
yatırımları bitirilmeli ve yağmurlama ve damla sulama gibi basınçlı sulama
sistemleri kullanılarak etkinlik sağlanmalıdır. Su her kesimde tasarruflu
kullanılmalı, özellikle toplam suyun yüzde 78’ini kullanan tarımda su heba
edilmemelidir. Döngüsel su yönetimi ile atık su değişik alanlarda
kullanılmalıdır. Yaklaşık 23 milyon hektar tarım alanımızın halen 8,5 milyon
hektarı teknik ve ekonomik olarak sulanabilmektedir. Diğer yandan, tarım
alanlarımızın sadece 6,65 milyon hektarında sulama altyapısı tamamlanmış
durumdadır. 1,85 milyon hektar alanda sulama altyapısı tamamlanmamıştır. Sulamaya
açılacak her metrekare tarım arazisi ülkemizin menfaatine olacaktır. Hükümetin
sulama yatırımlarına yönelik çalışmalarını destekliyoruz. GAP, KOP, DAP gibi
büyük sulama yatırımlarını da içeren projelerin tamamlanması önem taşımaktadır.
Ülkemizde tarımsal sulamada, sulama randımanı yetersizdir. 2019 verilerine göre
mevcut sulama sistemlerinin yüzde 72’si açık sistemdir. Bu durum maliyetleri
artırmasının yanı sıra su israfına neden olmaktadır. Acilen eski ve atıl
vaziyette olan bu yapılar yenilenmeli, kapalı sistemlere geçilmelidir. Bu durum
su tasarrufu sağlayacak, sulama maliyetlerini düşürecektir. Bitkide verim
kaybına ve toprakta tuzlanmaya neden olan vahşi sulama yöntemleri
bırakılmalıdır. Artan ürün maliyetler karşısında çiftçinin zorluk çekmesi, gelirinin
düşmesi, modern sulama sistemlerine geçişini zorlaştırmaktadır. Bunun için
çiftçilerimize su tasarrufu sağlayan modern sulama sistemlerinin artırılması
için teşvik ve krediler artırılmalıdır. Hatta imkanlar dahilinde üreticilere
modern sulama sistemleri yüzde 100’ü hibe şeklinde verilerek, modern sulama
yöntemlerini etkin kullanması sağlanmalıdır. Özellikle, su sıkıntısının fazla
olduğu bölgelerden başlanarak, kuraklığa dayanıklı kültür bitkileri tarımı
teşvik edilmeli, gerekirse üreticiye ürün gelirleri arasındaki fark destek
olarak verilmelidir. Üreticilerimizin suyu bilinçli kullanması için
çiftçilerimize gerekli eğitimler verilmeli ve birim alanda kullanılacak su
miktarı belirlenerek gereğinden fazla su kullanımının önüne geçilmelidir. Gelecekte
artması beklenen kuraklıkta, üretici sulama suyu bulmada ve kullanım miktarında
sıkıntı çekecektir. Kuraklığın etkisiyle üretici tarlasını daha fazla sulamak
zorunda kalacaktır. Bu nedenle, sulama ücretleri ve sulama için kullanılan
elektrik ücretleri önemli bir maliyet kalemini oluşturacaktır. Tarımsal
üretimde maliyetleri artıran, üreticilerimizi zorlayan en önemli hususlardan
birisi sulama ücretleridir. Buğday, ayçiçeği, çeltik, pamuk, mısır, meyve ve
sebze sulamalarında 2015-2020 yılları arasında sulama ücretleri, cazibe
sulamada yüzde 72 ile yüzde 92 arasında, pompaj sulamada ise yüzde 91 ila 193
arasında değişen oranlarda artış olmuştur. 2019-2020 yani son bir yılda ise
cazibe sulamada yüzde 20,8 ile yüzde 25 arasında, pompaj sulamada ise yüzde
31,6 ile yüzde 34,8 arasında değişen oranlarda artışlar olmuştur. 2015 yılında
dekar başına 1 lira olan yeraltı suyu kullanım ücreti 2016 yılında 2 liraya, 2017’de
5 liraya, 2019 yılında 10 liraya, 2020 yılında da 15 liraya çıkmıştır. 5 yılda
15 kat artış gösteren yeraltı suyu kullanım ücreti yeniden 1 liraya
düşürülmelidir. Fiyatların düşürülmesi kaçak su kullanımının da önüne geçecektir.
Tarımsal sulamada üreticilerimizin karşı karşıya kaldığı sorunların başında ise
elektrik fiyatları gelmektedir. Özellikle fon, pay ve vergi dahil, 2017 yılı
Aralık ayı itibarıyla 35,63 kuruştan elektrik alan üreticilerimiz 2019 yılı
Aralık ayında yüzde 126,2’lik artışla 80,60 kuruştan elektrik kullanmak zorunda
kalmıştır. 2020 Aralık ayı itibarıyla birim fiyat ise 85,2 kuruştur.
Üreticilerimiz mesken abone grubuna göre yüzde 16 daha pahalı elektrik
kullanmaktadır. Artan elektrik fiyatları üretimin sürdürülebilirliği için büyük
bir tehdit unsuru halinde gelmiştir. Tarımda girdi yükünün hafifletilmesi, üretimin
sürdürülebilir kılınması bakımından tarımda kullanılan elektrikte birim fiyatın
düşürülmesi büyük önem arz etmektedir. Üreticilerimizin verimli bir şekilde
üretime devam edebilmeleri bakımından, elektrik fiyatları makul düzeye
çekilmelidir. Tarım sektörünün stratejik önemi göz önüne alınarak, tarıma
pozitif ayrımcılık yapılmalıdır. Birim fiyatın düşürülmesi bakımından;
elektrikte uygulanmakta olan yüzde 18 KDV tarımda kullanılan elektrikte yüzde
1’e indirilmelidir. Elektrik mutlaka desteklenmeli, tarifede ciddi bir indirim
yapılmalıdır. Aylık fatura düzenlenmesi üreticilerimizi sıkıntıya sokmaktadır.
Gerekli düzenlemeler yapılarak aylık fatura tahakkuku şirketlerin ihtiyati
kararı olmaktan çıkarılmalı, ürünlerin hasat dönemi dikkate alınarak, hasattan hasada,
yılda bir ya da iki kez olacak şekilde tahsilat yapılması sağlanmalıdır.
Elektrik borçları, üreticilerimizin hak ettiği desteklerden mahsup edilmek
suretiyle tahsil edilmektedir. Elektrik borçlarının desteklerden tahsil
edilmesiyle ilgili uygulama kaldırılmalıdır. Desteklerinin mahsup edilmemesi nakit
ihtiyacı içinde olan üreticilerimizi rahatlatacaktır. Üreticilerimiz abonelik
işlemlerinde de sorun yaşanmaktadır. Çok hissedarlı tarım arazilerinde abonelik
işlemleri yapılamamakta, abonelik işlemlerinin yapılabilmesi için hissedarların
çoğunluğunun muvafakatnamesi istenmektedir. Üreticilerimizin abonelik işlemleri
kolaylaştırılmalıdır. Özelleştirilen elektrik dağıtım şirketlerinin
uygulamaları üreticileri zor durumda bırakmaktadır. Üreticilerimiz muhatap
bulmakta güçlük çekmektedirler. Üreticilerimiz karşısında şirket avukatlarını
bulmaktadır. Üreticilerimizin içinde bulunduğu durum göz önüne alınarak, elektrik
dağıtım şirketleri tarafından gerekli kolaylık sağlanmalıdır.
Sanayi
devriminden sonra insanoğlu olarak doğayı koruyamadık. Suyu, denizi, toprağı,
havayı kirlettik. Atmosfere kaldırabileceğinin çok üzerinde sera gazı salınımı
yaptık. Sonuçta acı gerçekle, küresel iklim değişikliği ile karşı karşıya
kaldık. İklim değişikliği artık önlenemez bir hal aldı. Hükümetlerarası İklim
Değişikliği Paneli’nin raporuna göre, sıcaklık artışlarının 2050 yılı için
2,5-3 derece civarında olacağı, yüzyıl sonunda ise artışların 6°C’yi bulacağı
öngörülmektedir. Günümüzde, 1°C’lik sıcaklık artışının yarattığı etkilerin bu
derece büyük olduğu dikkate alındığında, 6°C’lik sıcaklık artışının yaratacağı ekonomik,
sosyal ve çevresel riskler, iklim değişikliğini insanlık tarihinin karşı
karşıya kaldığı en büyük risklerden biri yapacaktır. Aynı rapora göre, 3
derecelik sıcaklık artışları için 2050 yılı civarında yüzde 25-50 seviyesinde
ürün verim kayıpları öngörülmektedir.
Raporlar
bize şunu gösteriyor: Sıcak hava dalgaları, orman yangınları, kuraklık,
şiddetli yağışlar 2030’lu yıllarda daha da artacak. İklim değişikliğinden en
fazla etkilenecek bölgelerden biri Doğu Akdeniz Havzası’dır. Bu havzada yer
alan ülkemiz de pek tabii olarak küresel iklim değişikliğinin etkilerini yoğun
bir şekilde hissedecek. Küresel ısınma, kurak alanları ve çölleşmeyi artırıyor.
21. yüzyılda kuraklıkların sıklık ve yoğunluğunun özellikle Akdeniz bölgesinde
ve Güney Afrika'da artacağı tahmin ediliyor. Bu durum, daha şiddetli su
kıtlığı, daha fazla toprak erozyonu, bitki örtüsü tahribatı, orman yangını,
biyolojik çeşitlilik kaybı ve gıda arzının riske girmesi anlamına geliyor.
Son
yıllarda ülkemizde gittikçe artan doğal afetlerin iklim değişikliğinin bir
sonucu olduğunu yaşayarak görüyoruz. Gün geçmiyor ki, aşırı yağış, sel,
fırtına, hortum, dolu, don, kuraklık gibi doğal afetler yaşanmasın. Bir üretim
sezonunda neredeyse hepsini bir arada görebiliyoruz. İklim değişikliğinin
etkisiyle, yaz, kış ve bahar kavramları karışmaya başladı, mevsimler
farklılaştı. Bu değişikliklere dayanamayan bitki ve hayvan türleri yok olma
tehlikesi ile karşı karşıya kaldı. Sanki ortaya iki mevsim çıktı, ılık geçen
kışlar, sıcak geçen yazlar. Baharlar ortadan kalktı. Bu yıl da özellikle, kuraklık,
sel, fırtına başta olmak üzere çeşitli afetleri yaşamaya devam ediyoruz. Artan
bu afetlerden tarımın etkilenmemesi mümkün değildir. Tarımsal faaliyetler,
iklim şartlarına doğrudan bağlıdır. İklim değişikliği; kalite ve verim
düşüklüğüne, üretim maliyetlerinin
artmasına, daha sıcak ve az yağışlı iklim koşullarına, meteorolojik olaylarda
artışa, sağlıklı kullanılabilir suya ulaşımın zorlaşmasına, zararlılarda ve
hastalıklarda artışa, ekolojik alanlarda kaymaya, bitkisel çeşitliliğin
azalmasına ve kültürel işlemlerde sorunlara neden olmaktadır. Kısacası, dünya
nüfusunun artmasına rağmen sağlıklı gıdaya ve suya ulaşımı zorlaştırmaktadır. Tarım
üstü açık bir fabrikadır. Kış demeden, kar demeden, yağmur demeden, çamur
demeden, soğuk demeden, sıcak demeden, gecesini de gündüzüne katarak üretim
yapan çiftçilerimiz, hemen hemen her türlü doğal afetle karşı karşıya kalıyor. Baharda
yaşanan don afeti, çoğu zaman meyvede tomurcuk, çiçek, ürün bırakmıyor. Birçok
üründe alışılmış hasat dönemlerinde değişiklikler görülüyor. Bazı ürünlerde
hasat daha erken başlarken bazılarında bir aya yaklaşan gecikmeler oluyor.
Fırtına, hortum son yıllarda hemen hemen her yıl Akdeniz Bölgesinde seralara
zarar veriyor. Bu ortamda, artan doğal afetlerin tarım sektörüne verdiği
zararların azaltılması, beklenen afetlere karşı önceden önlem alınabilmesi artık
daha önemlidir.
Türkiye’de
bu yıl yaz yağışları ortalamaların altında kaldı. Bugünlerde sonbahar yağışları
yok gibi. Ülkemizin her yerinde bir yağış azalması görünüyor. Barajlar ve
göletlerde su seviyeleri, nehirlerde akış debileri düşmüş durumda. Yeraltı
suları azalmış durumda. Su zengini bir ülke olmadığımız kesindir. Uzun vadede,
diğer sektörlerin ve konutlarında kullandığı toplam suyun yüzde 78’ini kullanan
tarım sektörü endişeli. Kısa vade de, sonbaharda ekilen, kuru tarımda bulunan
ürünler su bekliyor. Kuraklık böyle devam ederse, ilkbaharda ekilecek, suya
daha çok ihtiyaç duyan ürünlerde de sıkıntı yaşanacak. Genel olarak yerküreye
yağan toplam yağışlarda, çok fazla değişiklik olmasa da yağış rejiminin
değişmesi büyük sorunlar yaratıyor. Artık öyle bir durum oluştu ki yeni üretim
sezonunda beklenen yağış bir türlü gerçekleşmiyor. Tarımda kuraklık, bitkinin
suya ihtiyaç duyduğu belirli bir kritik dönemde yeterli toprak neminin
olmamasıdır. Bu durum ürün veriminde önemli kayıpları meydana getirmektedir. Türkiye’de
kuru alanlarda yetiştirilen buğday, arpa, kanola ve kırmızı mercimek gibi bazı
temel ürünlerin kuraklıktan etkilenme sınırına gelinmiştir. Temel
ürünlerimizden, buğday, arpa ve mercimek tek başına toplam ekili dikili
alanlarının yüzde 56’sını teşkil etmektedir. Yani ekilen dikilen alanlarımızın
önemli bir kısmı kuru tarımdadır. Buğday, arpa, kanola, çavdar, yulaf, kırmızı
mercimek gibi ürünler kışlık olarak Ekim ve Kasım aylarında ekilmektedir.
Meteoroloji
Genel Müdürlüğü verilerine göre, Ülkemizde yeni bir tarım yılının başladığı
Ekim Kasım aylarında yağışlar genel olarak normalinden ve geçen yıl yağışından
az oldu. Ekim ve Kasım yağışları toplamı, Adıyaman ve Şanlıurfa, Doğu Karadeniz
sahil kesimi, Kocaeli, Sakarya ve İstanbul’un kuzeyi haricinde yurdumuzun
tamamında normallerinin altında gerçekleşti. Amasya, Tokat ve Kayseri
çevrelerinde azalış yer yer yüzde 80’lerin üzerine çıktı. En yüksek yağış 297
milimetre ile Rize’de, en düşük yağış 18 milimetre ile Amasya’da
gerçekleşirken, normallerine göre en fazla azalma yüzde 82 ile yine Amasya’da
meydana geldi. 2020 yılı Ekim ve Kasım ayı toplam yağışı 56,4 milimetre
olurken, normal yağış ortalaması 118,8 milimetre ve geçen yılın aynı dönemine
göre yağış ortalaması ise 58,3 milimetre oldu. Ekim ve Kasım ayı toplam
yağışlarında normale göre yüzde 53 ve geçen yıl yağışlarına göre yüzde 3 azalma
gözlendi. Ekim ve Kasım ayı toplam yağışları, tüm bölgelerde normale göre
azalma göstermiştir. Normaline göre, yağışlarda en fazla azalma yüzde 62 ile İç
Anadolu bölgesinde gerçekleşmiş, bu bölgeyi yüzde 57 ile Akdeniz Bölgesi, yüzde
56 ile Ege, yüzde 55 ile Doğu Anadolu Bölgesi, yüzde 48 ile Karadeniz Bölgesi,
yüzde 41 ile Güneydoğu Anadolu ve yüzde 40 ile Marmara Bölgesi izlemiştir. Odalarımızdan
aldığımız bilgilere göre; Trakya, Çukurova, İç Anadolu ve Güneydoğuda
çiftçilerimiz yağış beklemekte ve bazı bölgelerde hububatta verim kaybı olacağı
tahmin edilmektedir. Şu anda yağışların yetersizliğini sulama imkânı olan çiftçilerimiz
telafi edebilmektedir. Ancak bu durum maliyetleri artırmaktadır. Çukurova’da
sulama imkanı olan çiftçilerimiz sulama yapmakta, yer yer yüksek kesimlerde
ürünü sulama imkanı olmayan çiftçilerimiz ise yağış beklemektedir. Tekirdağ’da
çiftçilerimizin ekimi geç yapmasından dolayı hububat çıkışlarında sorun
gözükmemektedir. Edirne’de ise sulama imkanı olmaya çiftçilerimiz sıkıntı
yaşamaktadır. Özellikle Eskişehir, Konya, Aksaray ve Ankara’da hububat
çıkışlarında illere göre değişmekle birlikte yüzde 10-30 oranında kayıp söz
konusudur. Yozgat’ta ise bazı bölgelerde çıkışlar olmuş, yüksek kesimlerde ise
ekilişler tamamlanmak üzeredir. Önümüzdeki günlerde yağış olmaması halinde
verimde kayıp artacaktır. Makarnalık buğday üretiminde ön planda olan Diyarbakır,
Şanlıurfa ve Mardin’de kırmızı mercimek, buğday ve arpada ekilişler tamamlanmak
üzeredir. Önümüzdeki 10 -15 gün içerisinde yağış olması durumunda verim kaybı
beklenmemektedir. 2020 yılı Ekim ayında ortalama sıcaklıklar yurdumuzun
genelinde mevsim normallerinin üzerinde gerçekleşmiştir. Uzun yıllar Ekim ayı
ortalama sıcaklığı 15,2 derece iken, 2020 Ekim ayı 18,4 derece olarak
gerçekleşmiştir. 2020 yılı Ekim ayı, uzun yıllar ortalamalarının 3,2 derece
daha üzerinde olup, son 50 yılın en sıcak Ekim ayı olmuştur.
Türkiye
Ziraat Odaları Birliği olarak biz de yaşanan doğal afetlerin tarım sektörüne ve
üreticilere verdiği zararları daha sıkı takip ediyoruz. Birliğimizce her yıl
üretim dönemi başlangıcından sonuna kadar; üreticinin karşılaştığı afetleri
takip ediyor, afet sonrası üretici ziyaretleri gerçekleştiriyor, neden olan
zararlara ilişkin hasar tespit çalışmalarına katılım sağlıyoruz. Doğal
afetlerin yaşandığı bölgelerle ilgili hazırladığımız raporları, Tarım ve Orman
Bakanlığımıza ve ilgili diğer kurumlara iletiyor, çiftçilerimizin mağduriyetine
çözüm yolları arıyoruz. Doğal afetleri önlemek mümkün değil ama doğal
afetlerden en az zararla çıkmak mümkün. Bunun yolu da beklenen afetlere karşı
önceden önlem alınmasından geçiyor. Bu konuda Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün
yaptığı çalışmalar oldukça önemlidir. Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün
meteorolojik veri ve tahminlerinin tarımda daha etkin kullanımı, doğal
afetlerin oluşturacağı zararın azalmasını sağlayacaktır. Bizim amacımız da
zararı azaltmaktır. Bu zararı azaltmak için Birliğimiz ile Meteoroloji Genel
Müdürlüğümüz işbirliğine gitti, yapılan protokolle; Meteoroloji Genel Müdürlüğü
meteorolojik tahmin ve uyarıları Birliğimize iletiyor, Birliğimiz de Oda
Başkanlıklarımız aracılığıyla çiftçilerimizle bu bilgileri paylaşıyor. Birliğimiz
ve Meteoroloji Genel Müdürlüğümüz zirai meteorolojiyle ilgili eğitim
çalışmaları yapıyor. Meteoroloji Genel Müdürlüğümüzün meteorolojik uyarılarının
ne anlama geldiği, nasıl kullanılacağı, zarardan nasıl korunacağı çiftçimize
öğretiliyor. Bu uyarılara karşı önlem alan çiftçimiz, ürününü doğal afetlere
karşı daha iyi koruyacaktır.