TZOB Genel Başkanı Bayraktar:
-“Toprak
kaybı, her yıl dünyada Türkiye nüfusunun 14 katı kadar insanı etkiliyor”
-“Her yıl 24
milyar ton üst toprak tabakasının yok olması 1,2 milyar insanı etkiliyor”
-“Kuraklık,
arazi tahribatı ve çölleşme en önemli çevre sorunları arasında yer alıyor”
-“Dünya
üzerinde bulunan kurak alanların yaklaşık yüzde 70’i hâlihazırda tahribata
uğramıştır”
-“Her
geçen gün artan nüfus doğal kaynaklara talebi artırmakta ve çölleşmeye neden
olmaktadır”
ANKARA- 17.06.2021- Türkiye Ziraat Odaları
Birliği (TZOB) Genel Başkanı Şemsi Bayraktar, “Yaşam üreten toprağın oluşması
binlerce yıl sürüyor. Dünya yüzeyinde her yıl 24 milyar ton toprak; erozyon,
çölleşme, kuraklık, iklim değişikliği ve diğer sebeplerden dolayı kaybediliyor.
24 milyar ton toprak kaybedilmesi, her yıl 1,2 milyar insanı yani her yıl
Türkiye nüfusunun yaklaşık 14 katı kadar insanı etkiliyor. Unutmayalım ki
toprak, kaybetmeyi göze alınamayacak kadar kıymetli bir varlıktır” dedi.
Bayraktar, her geçen yıl artarak devam eden arazi bozunumunu önlemek ve
toprağı korumak için küresel boyutta önlemler alınması gerektiğine dikkati
çekerek 17
Haziran Dünya Çölleşme ve Kuraklıkla Mücadele
Günü’nde farkındalığın daha da artması gerektiğini bildirdi.
Çölleşmenin, iklim değişikliği ve insan
faaliyetleri gibi çeşitli faktörlerden kaynaklanan arazi tahribatı olduğunu
belirten Bayraktar, “Çölleşmeyle mücadele de yerelden küresele topyekûn bir iş
birliği gerekiyor. Yaşamın kaynağı olan toprak ve su, tüm canlıları barındıran,
besleyen ve onlara yaşama imkânı veren kaynaklardır. Bu kaynakların ne yazık ki
hızla yaşlanan ve kirlenen dünyamızda sınırsız ve tükenmez olmadığını bilmemiz
lazım” dedi.
“Türkiye
Çölleşme ile Mücadele Sözleşmesi’ni 1998 yılında kabul etti”
Bayraktar, dünyanın ortak sorunu olan iklim
değişikliği ve insan etkileri de dâhil tüm etkenler sonucunda oluşan çölleşme
ile kuraklığa karşı ortak bir mücadele geliştirmek
için Birleşmiş Milletler (BM) tarafından ‘Çölleşme ile Mücadele
Sözleşmesi’nin 17 Haziran 1994 tarihinde kabul edildiğini ve Türkiye’nin de bu sözleşmeyi 1998
yılında imzaladığını hatırlattı.
“Birleşmiş Milletler Çölleşmeyle Mücadele
Sözleşmesi verilerine göre dünya üzerinde
bulunan kurak alanların yaklaşık yüzde 70’i hâlihazırda tahribata uğramıştır”
diyen Bayraktar, şöyle devam etti:
Çölleşme veya arazi
tahribatı nedeniyle her yıl yaklaşık 24 milyar ton üst toprak tabakası
kaybolmaktadır. Bu durum, yaklaşık 1,2 milyar insanı doğrudan etkilemekte ve
135 milyon insan ciddi risk altına girmektedir. Yaklaşık 10 milyon kadar insan
çölleşme veya arazi tahribatı nedeniyle yaşadıkları bölgeleri terk ederek göç
etmek durumunda kalmıştır.
Türkiye’nin de içerisinde bulunduğu Akdeniz
Bölgesi’nde ise tropik ve subtropik bozkır ekosistemleri önemli ölçüde risk
altındadır. Dünya üzerindeki toprakları genişletmek ya da su kaynaklarını
artırmak mümkün olmadığına göre bize düşen görev, bu kaynakları kirletmeden,
yok etmeden, verimli ve sürdürülebilir bir şekilde kullanarak gelecek
nesillere, temiz ve verimli olarak bırakmaktır.”
“Her
geçen gün artan nüfus doğal kaynaklara talebi artırmakta ve çölleşmeye neden
olmaktadır”
Ülkemizde tabii çöl bulunmadığını ancak coğrafi
konum, iklim, topografya ve toprak şartları göz önüne alındığında ülkenin arazi
tahribatına ve kuraklığa karşı hassasiyetinin arttığını belirten Bayraktar, “Bu
durum çölleşme ve kuraklıktan en fazla etkilenen ülkeler arasında yer almamıza
sebep olmaktadır. Ülkemizdeki çölleşmenin başlıca sebepleri toprak erozyonu,
hatalı tarım uygulamaları ve arazi kullanımı, hatalı sulama teknikleri sonucu
tuzlanma, bitkilerin yetişmesini engelleyen tuzlu, jipsli ve aşırı alkali
reaksiyon gösteren ana materyaller, ormansızlaşma, aşırı otlatma ve üst
toprağın kirlenmesi olarak bilinmektedir. Ayrıca her geçen gün artan nüfus doğal
kaynaklara talebi artırmakta ve çölleşmeye neden olmaktadır” dedi.
“Arazi bozulumu
çölleşmeye yol açmaktadır”
Bayraktar, Türkiye’nin yüzde 22,5’i yüksek
çölleşme, yüzde 50,9’unun ise orta düzeyde çölleşme hassasiyetine sahip
olduğunu vurgulayarak, “Ekolojik olarak hassas olan alanlarımızda bitki
örtüsünün tahribiyle tabii dengenin bozulması, toprak ve ana materyalin
aşınmasına yol açmaktadır. Bu durum Türkiye’nin bütün bölgelerinde, arazi
bozulumu dolayısıyla çölleşmeye yol açmaktadır” diyerek, şu bilgileri aktardı:
“Türkiye topraklarının toplam alanının yüzde
46’sı yüzde 40’tan fazla eğime, yüzde 62,5’ten fazlası da yüzde 15’in üzerinde
eğime sahiptir. İklimi, topoğrafyası, toprak özellikleri ve sosyo-ekonomik
şartlarına paralel olarak da orman, mera ve tarım alanlarında ciddi bir erozyon
sorunu yaşanmaktadır.
Arazi kullanımının büyük bölümünü oluşturan
tarım arazilerinin yüzde 59’u, meraların yüzde 64’ü, orman arazilerinin yüzde 54’ü
çeşitli şiddette erozyona maruz kalmaktadır.
Ülkemizde meydana gelen toprak kayıplarında; yüzde
14,26 yağış, yüzde 3,36 toprak,
yüzde 47,55 topoğrafya ve yüzde 34,82 bitki örtüsü etkili olmaktadır.
Arazi kullanımı açısından değerlendirdiğimizde ise
ülkemizde yer değiştiren toprağın yüzde 38,71’i
tarım, yüzde 4,17’si orman ve yüzde 53,66’sı da meralarda meydana
gelmektedir.
Türkiye orman varlığı 22 milyon 740 bin 297
hektar ile ülke yüzölçümünün yüzde 29’udur.
Bu alan içerisinde normal kapalı orman alanı 13 milyon 83 bin 510 hektar ile
toplam ormanlık alanının yüzde 58’ini,
boşluklu kapalı orman alanı ise 9 milyon 659 bin 787 hektar ile toplam ormanlık
alanın yüzde 42’sini oluşturmaktadır.
Son yıllarda orman alanlarımızda artış olsa da
küresel ısınmanın ve iklim değişikliğinin tahribatı göz önüne alındığında bu
alanları daha da artırmak gerekiyor.”
Ormanların su rejimini düzenleme, toprak koruma
ve atmosferik kirliliği önleme gibi yaşamsal işlevlerinin yanında, biyolojik
çeşitliliğin korunmasındaki yeri ve rolünün son derece önemli olduğunu belirten
Bayraktar, şunları ifade etti:
“Yakın zamana kadar ağırlıklı olarak odun
üretim kaynağı olarak görülen ormanlar, son yıllarda Dünya’da ve Türkiye’de
iklim değişikliğindeki rolü ve sağladıkları ekosistem hizmetlerinin önemi ile
gündeme gelmektedir.
Birleşmiş Milletler Çölleşmeyle Mücadele
Sözleşmesi’ne göre kuraklık, yağışların kaydedilen normal düzeylerinin altına
düşmesi sonucu arazi ve kaynak üretim sistemlerini olumsuz etkileyen ve ciddi
hidrolojik dengesizliklere yol açan tabii olay olarak tanımlanmıştır.
Kuraklığın kısa vadeli etkisi kullanılabilir su
miktarının azalmasıdır. Su talebinin artmasıyla, su miktarındaki azalma
insanlar ve ekolojik sistemler için susuzluk baskısına neden olmaktadır. Uzun
vadede ise yeraltı su kaynaklarının, aşırı tüketimi karşılayamayacak duruma
gelmesiyle ve yeni kuraklık dönemlerinin de etkisiyle durumun daha da kötüye
gitmesine ve su kıtlığının ortaya çıkmasına neden olacaktır.
Kuraklığın da içinde olduğu hidro-meteorolojik
afetler özellikle son yıllarda giderek artan bir şiddetle meydana gelmektedir.
Jeolojik ya da jeofiziksel afetlerin oluşum sayısında gerçekte önemli bir
değişiklik olmazken küresel iklim değişikliği ile ilişkili olarak meteorolojik,
iklimsel ve hidrolojik afet sayılarında önemli artışlar olmuştur.”
“Dünyamız ve
insanlık tehlike altındadır”
Bayraktar, “Dünyamız ve insanlığın geleceği
çölleşme ve kuraklık yüzünden tehlike altındadır. İklim koşulları, yer
şekilleri, toprak özellikleri, bitki örtüsü ve insan etkileşimi gibi nedenler ülkemizi
çölleşmeye fazla duyarlı bir ülke durumuna düşürmektedir. Bu nedenle ülkemizde
çölleşme ile mücadele ve kuraklığın etkilerini azaltmada acil tedbirlerin
alınması gerekir” dedi.
TZOB Genel Başkanı Bayraktar, çölleşme ve
erozyonla mücadelede yapılması gerekenleri şöyle sıraladı:
“Ormancılık
faaliyetlerinin planlanmasında ve uygulanmasında erozyon riski dikkate alınarak
toprağı koruyucu tedbirler uygulanmalı, ormancılık dışı faaliyetlere tahsis
edilen alanlarda erozyon ve toprağın korunması için etkin bir denetim
yapılmalıdır.
Tarım arazilerinde toplulaştırma çalışmaları
yapılırken, rüzgâr erozyonu görülen alanlarda, rüzgâr perdesi, yeşil kuşak ve
rekreasyon maksatlı ağaçlandırma alanları planlanmalıdır.
Toprakların çoraklaşmasını ve verimliliğin
azalmasını önlemek maksadıyla atık sular ve tarımdan dönen drenaj suları, uygun
arıtım sağlanmadan tarımda kullanılmamalıdır.
Gübre ve pestisit kullanımlarının mutlak
surette toprak ve bitki analiz sonuçlarına dayandırılması için gerekli önlemler
alınmalıdır.”